top of page

BÄ°R KADIN VE BÄ°R ERKEK TARTIÅžIYOR

VAR OLMAK 

HAFÄ°FLÄ°K MÄ°?

AÄžIRLIK MI?

ZORUNLU BÄ°R AÇIKLAMA

 

AÅŸağıda okuyacağınız metin her ÅŸeyden önce sanal bir kurgu. Bu sanal kurgu bir kadın ile bir erkeÄŸin onlarca yıla yayılan var olma paradoksuna  dair diyaloglarını aktarmaktadır. VaroluÅŸ ekseninde düÄŸümlenmektedir diyaloglar. Burada yazar olarak bilinçli bir tercih yaptım. Evrene bakışımız yatay bir baÄŸlama sahip diyorum. Yatay bir geniÅŸleme. Yani sonsuzluk, sonsuza doÄŸru bir hareket. Her ÅŸeyin bir noktanın kendisini patlamasıyla oluÅŸtuÄŸu tezine baÄŸlı olarak sürekli geniÅŸleyen bir evrenden bahis olunuyor. Ama ben bunu kabul etmekle beraber iÅŸin baÅŸka bir boyutundayım. Sonsuza doÄŸru ilerleyen bir derinlik. Ä°ngilizcede “Deep” deniyor. Biz “Dipsiz” diye çeviriyoruz. Yanlış anlaşılmasın “dip” demiyorum “dipsiz” Bu ise dip’ten çok farklı bir ÅŸey. Dip nihayetinde sonu olan bir kavram, ama dipsiz dediÄŸimiz ÅŸeyin bir sonu yok. Tıpkı derinlik gibi. Bizim dilimizde “D” harfi ile baÅŸlayan sözcüklerde bu izlek takip edilebilir. Kadın ve erkeÄŸin diyaloglarının öncelin de bu ilk nokta var. Sanki sonsuza doÄŸru bir açılma, birbirinden uzaklaÅŸma var gibi görülse de aslında dipsiz bir kuyu var bu iliÅŸki/ iliÅŸkisizlikte, ya da daha doÄŸrusu iletiÅŸim/iletiÅŸimsizlikte. Hep bir paradoks. Hep bir kendini konumlandırma, sorgulama. Tüm metne isim olarak koyduÄŸum var olmak ve bu baÄŸlamda hafiflik ve ağırlık paradoksu bu. Bu metinlerde dipsiz. Böyle okumak gerekiyor. Hep ham metinler yazdım, yazıyorum. Bu metin de ham bir metin. Kulağımıza / kulağınıza kar suyu kaçıracak bir ÅŸeyler var bu metinde. Ä°yi okumalar. 

KASABA’DA

 

Günler sonra “Geç Gelen Mektup’un sahibi kadın ile randevulaşıp buluÅŸmaya karar verdi. Ama tüm giriÅŸimleri olumsuzdu. Sonra bıraktı buluÅŸmayı. Aradan yıllar geçti. Arkadaşının daveti üzerine Ege’de bir sahil kasabasına gitti. Arkadaşı küçük bir içkili lokanta açmıştı. Balık, rakı vb. Tam arkadaşının istediÄŸi gibi bir mekandı. Ä°lk birkaç gün aylak aylak arkadaşına takılarak geçti. Bir gün akÅŸam üzeri bir kadın girdi içeri. Rakı ve balık istedi. Ses ona tanıdık geldi birden. Uzaktan baktığında oydu iÅŸte. Geç gelen mektubun sahibi. Heyecanlandı adam. Ama cesaretini toplayıp masaya yaklaÅŸtı. “Merhaba” dedi. “Seninle burada karşılaÅŸmak, bir mucize olmalı” Kadın’da oturduÄŸu sandalyeden kalktı. Sarıldılar, tekrar tekrar. Adamın arkadaşı’da ÅŸaşırmıştı bu olanlara. Tebrik etti ikisini de. Masayı donatmaya baÅŸladı. Rakı, balık ve envayi çeÅŸitten mezeler.

​

“A. saçların beyazlamış” dedi kadın.

 

“Evet saçlarım epey beyazladı. Ama olsun” dedi adam.

 

“Gerçi bu çok normal, benimde biraz beyazladı, kadınlar boya ile kapatabiliyor. Gerçi ben kınalayınca açıklı koyulu beÄŸeniyorum, özel yapılmış gibi duruyor”

 

Adam patavatsızca “YaÅŸlı kadınlar gibi kına mı koyuyorsun saçına?” dedi.

 

Kadın, “Ne o yaÅŸlı deÄŸil miyim ben” dedi.

 

Adam, “Çok ak var mı saçında” dedi.

 

Kadın, “Eh hatırı sayılır aÄŸartıcı kullandım” dedi.

 

Adam, “Her yaşın bir güzelliÄŸi vardır, her yaÅŸ güzeldir, göz yaşı bile” dedi.

 

Arkadaşı adama, "Ben sizi baÅŸ baÅŸa bırakayım" diyerek dükkandan çıktı. Adamın arkadaşı dükkandan çıktıktan sonra kısa bir sessizlik oldu. Sonra karşılıklı olarak kahkaha attılar.

Buna çok sevinmiÅŸlerdi. Yıllardır bekledikleri o baÅŸ baÅŸa kalıp kavga etme fırsatı gelmiÅŸti nihayet. Ä°ngilizlerin deyimiyle ‘Açıklık açtığı yarayı iyileÅŸtiren kılÄ±ç’ deÄŸimliydi zaten.

Adam sakilik görevini yerine getirerek önce kadının bardağına sonra da kendi bardağına yeteri kadar rakı doldurdu.

​

Kadın adama, “Sen ‘Var Olmanın Dayanılmaz HafifliÄŸi’ni okudun mu?” diye sordu rakı kadehinden bir yudum alıp arkasından buzlu su dolu bardağından yudumlayarak.

 

​“Evet, okudum” dedi adam. “Milan Kundera” Sek içiyordu adam rakısını bir yudum aldı ve kekremsi tadı uzaklaÅŸtırmak için tabağındaki balığa daldırdı çatalını.

 

​“Ben de yeni okumaya baÅŸladım” dedi kadın. “Okuma grubunda okuyoruz.” Ardından kısa bir “Of” çekti.

 

​“Neden of” dedin dedi adam. AÄŸzındaki kekremsi tat gitmemiÅŸti bir yudum su içti.

 

“Kitap güzelmiÅŸ ondan” dedi kadın. Ä°stemsiz ÅŸekilde beyaz peynire daldırdı çatalını küçük bir dilim aldı.

​

“Absürt bir hikaye” dedi adam. “Absürt” bu sözcük her usuna girdikçe keyiflenirdi.

 

“Giderek ağırlaÅŸtırılmış. Bitsin bakalım” dedi kadın.

 

“En son atölye konunuz kent ile ilgiliydi sanırım” dedi adam kendinden emin olarak.

 

“Konu belirlemiyoruz” dedi kadın. “Özgün kısa öyküler yazarak üzerinde tartışıyoruz. Örnek olsun ‘Bir kereden bir ÅŸey olmaz. Dünyaya geliÅŸimiz anlamsızdır o zaman’ gibi” dedi. Kadehine uzandı. Adam da kadehine uzandı. Kadehlerini tokuÅŸturdular.

​

Adam sek içtiÄŸi rakısından bir yudum alıp o kekremsi tat ile hafif suratını ekÅŸitir halde “Öyle mi düÅŸünüyorsun” dedi ve suya davranıp bir yudum aldı. Suratındaki ekÅŸime gitti.

​

Kadın “O zaman yaÅŸama çabamız yaÅŸama tutunma isteÄŸimiz niye bu kadar baskın” diye sordu sigarasına uzanmış ve içine bir nefes çekmiÅŸti. Dumanını savurduktan sonra “Zıtlık, belki de ağırlık aynı zamanda hafifliktir. Böyle açıklamaya çalışmış” dedi.

​

Adam “Büyük hayal kırıklıkları yaÅŸamış bir kuÅŸağın temsilcileri” dedi. Kadının cümlesini tamamlarcasına.

​

Sigarasını kül tablasına koyan kadın “Hiç olmamış saymak bundan belki de. Ancak güçlü bir kuÅŸak” dedi.

​

Adam, “Öyle bir düÅŸünce oluÅŸturarak tutunmaya çalışmışlar. Tutunmak / tutunamamak. Dönem içinde çok iÅŸlenmiÅŸ” Bir kez daha üstüne basa basa yineledi adam “Tutunmak / tutunamamak” Biraz öne doÄŸru eÄŸilerek “Büyük anlatılardan kaçış. Bireye aşırı vurgu. Elbette ki Öyle. ÇöküÅŸ yılları. Tarihin sonu son insan onlar. Bu içinde devindiÄŸimiz çaÄŸa ‘yeni ortaçaÄŸ’ deniyor” dedi ve tekrar geriye doÄŸru çekildi. Kadehini eline aldı. Bir yudum daha aldı. Aynı kekremsi tat. Sonra peynirden bir çatal aldı.

​

Kadın rakısından bir yudum daha alarak, “Kayıp kültürler. Üst kültürden bahsediyorsun. DüÅŸündürür beni” dedi. Bir yudum su ve ardından sigarasından bir nefes çekti. Dumanını halka yapacak ÅŸekilde havaya bıraktı.

​

Adam bu sefer çatalıyla bir parça Rus salatasından alıp aÄŸzına attı ve “Marx ‘katı olan her ÅŸey buharlaşıyor’ diyor. Öncesinde 1789 ve kendi çağında 1848, 1871 ve ölümünden sonra 1917 vb. devrimleri için doÄŸru. Ama 1991’de duvar yıkıldıktan sonra ‘buharlaÅŸan her ÅŸey tekrar katılaÅŸmaya’ baÅŸladı. Halk kültürü vb. zaten dünya öyle bir hal aldı ki…” Adam daha cümlesini tamamlamamıştı.

​

Kadın “O halde ağırlaşıyor” dedi ve sigarasından bir nefes daha çekti.

 

Adam heyecanla “Bunların hepsi yok oldu, öldü. Evet ‘ağırlaşıyor’ dediÄŸin gibi. Umut var mı peki?” dedi.

​

Kadın rakı bardağını eline alıp tokuÅŸturmak için adama doÄŸru uzattı ve “Ben köy öyküleri yazmaya devam edeceÄŸim. Dallarında kirazları olan” dedi.

​

Adam’da rakı bardağını eline aldı ve tokuÅŸturmak için uzattı gülerek “Olabilir bu da baÅŸka bir direniÅŸ. SavaÅŸ deÄŸil, sadece direniÅŸ” dedi. SavaÅŸ ve direniÅŸ kelimelerini vurgulayarak sertçe söylemiÅŸti. Kadehlerin sesi havada çınladı.

​

Kadın rakısından bir yudum alıp “SümüklüböceÄŸin yolundan uzarım belki de” dedi.

​

Adam da rakısından bir yudum aldı, “Her direniÅŸ yenilgiye mahkumdur unutma” dedi. Rakısının kekremsi tadının ekÅŸittiÄŸi yüz ifadesiyle.

​

Kadın adamın bu ekÅŸi yüz ifadesinden için için hoÅŸnut bir ifadeyle, “Pekala her yenilgi koynunda bir direniÅŸ büyütmez mi?” dedi.

​

Adam o kekremsi tattan kurtulmak için suya ve mezeye dalmış halde, “O kadar büyük bir kaos var ki.” dedi. Kadının yüzüne muzipçe gülümseyerek “Senin direniÅŸinin farkına bile varamayız” dedi ve güldü.

​

Kadın sigarasından bir nefes daha çekerek, “Asıl olan mutlu olmayı baÅŸarmak mı?” dedi ve sigarasının dumanını havaya savurdu.

​

Adam yanlışlıkla acı sostan alıp aÄŸzına attı. Bir süreden beri acı onun terlemesine neden oluyordu, hatta lafı ve iması bile,  elini peçeteye uzatmış ve alnını silerken. “Bu ‘mutlu olmak’ fikrini düÅŸünmeye baÅŸladığında hayır asla mutlu olmayı baÅŸaramazsın. Mutlu olmak düÅŸünmemekle, farkına varma bilincine sahip olmamakla, alakalı bir ÅŸeydir. Ä°nsan mutlu olamayan bir ‘hayvan’dır” dedi. Hala alnını siliyordu. “DüÅŸünme yeteneÄŸi insana ait olduÄŸu için, tabiki küçük harflerle ‘insan’ ile büyük harflerle ‘Ä°NSAN’ ayrımını yapmak gerek” nihayet terden kurtulmuÅŸtu. Gülümsedi.

 

Kadın rakısından bir yudum aldı. Bardak boÅŸalmıştı. “O halde en iyisi mutlu olmamak mı?” dedi.

 

Adam kadının boÅŸalan bardağına yeteri kadar rakı koyup kadına uzattı. “Evrende ‘Dinamik temelli’ bir hayat var. Ama sadece biz insanlar ‘Statik temelli’ bir hayat yaşıyoruz. Sorun buradan kaynaklanıyor. Biz her ÅŸeyi insan merkezli ele alıyoruz. Sonlu bir yaÅŸamımız var ama sonsuzmuÅŸ gibi yapıyoruz. Anlık mutluluklar, anlık heyecanlar, anlık hüzünler, hayal kırıklıkları. Her ÅŸey ‘AN’a sıkışmış biçimde var oluyor. Dün yok, yarın da yok. Sadece an var. Bu biçimde yaÅŸamak ise bizim gibi  ‘bilinçli birey’ ler için ‘yürek sızısı’ benim sıklıkla yazdığım bir söz bunu ifade ediyor. Soyut bir kavram ‘mutluluk’ ya da ‘mutsuzluk’. Nazım Hikmet soruyor galiba Abidin Dino'ya ‘MutluluÄŸun resmini çizmek’ ile ilgili.” Adam susamış gibi bir yudum daha aldı rakısından. Bardağı boÅŸalmıştı. Suya ve mezeye davrandı.

​

Sigarasından bir nefes daha aldı kadın “Anladım. ÇizilmiyormuÅŸ onu öÄŸrendik” dedi.

​

BoÅŸalan rakı bardağına yeteri kadar rakı koymaya davrandı adam bu arada kadına “Öyle mi?” diye soru sordu

.

Kadın ÅŸaÅŸkınlıkla “DeÄŸil mi?” dedi.

​

Adam “Tüm soyut kavramlar gibi, adı üstünde ‘soyut’ “dedi. Kadını kızdırmak istiyordu.

Kadın hiç üstüne alınmadan “Ne demek ‘soyut’ sahi” dedi. ÅžaÅŸkın ÅŸekilde ve sonra kahkahayı bastı. Kadehini haldırdı zafer heyecanıyla. Ve devamında “Tüm bu söylediklerin bu günün toplumuna uyuyor. Neden anlamakta zorlanıyoruz?” ki dedi.

​

Adam da kalkan bu kadehe karşılık olarak kendi kadehini kaldırdı ve “Evet güzel bir soru. Sana ifade etmiÅŸtim anımsarsan. Biz içinde devindiÄŸimiz doÄŸaya yabancılaÅŸtığımız için. Sen bir kaç gün önce ‘bahçemde daha mutlu oluyorum’ demiÅŸtin, ‘çoÄŸaldıkça, azalıyorum’ diye sitem ediyorsun. Gün yirmi dört saat ve sana yetmiyor. Hiçbirimize yetmiyor. Hep bir kaygı hali ile yaÅŸadığımızı sanıyoruz ama yaÅŸamıyoruz. Dünya topluca toplumsal bir depresyon yaşıyor. Çok büyük nüfus hareketleri var, atalarının binlerce yıldır yaÅŸadığı yerlerden canını kurtarma çabası vesaire” ve kadehler tokuÅŸtu havada.

​

Kadın bir yudum aldı rakısından ve üstüne bir yudum su içtikten sonra “Çok iddialı bir çaba” dedi. Konuyu anladığını ifade etmek için.

​

Adam kadehinden bir yudum aldı. Artık o kekremsi tat kalmamıştı. Mezeden bir çatal alıp aÄŸzına attı. “Sen bir öykünde yazmıştın. Suriyeli bir kadını anlatmıştın” dedi.

​

Kadın ”Evet” dedi adamı tasdik ederek.

​

Adam kadına tavanda yanan ampulü iÅŸaret ederek “Viktor Hugo bu tür durumlar için ‘bu kör bu ışığa nasıl dayanabilir?’ diye soruyor. 1791 Devrimi isimli kitabında. Viktor Hugo'nun tüm o ‘Ä°nsanlık komedyası’ edebiyatı bu temel üzerine oturuyor. Ä°nsanlığa karşı iÅŸlenen büyük bir alçaklık vardır. Ve bunu sınırlı ömründe anlatmalıdır. Yani ruhunu kurtarmak isteÄŸi” dedi.

​

Kadın rakı bardağını adama karşı uzattı “Var olma çabası” dedi.

​

Adam da rakı bardağını kaldırdı ve “Tam da öyle” dedi ve kadehler tokuÅŸtu yeniden.

​

Kadın sorusuna cevap almış olmanın memnunluÄŸu içinde suyunu yudumladı ve “Bundan mıdır diyorsun” dedi.

​

​Adam bu defa rakısından peÅŸ peÅŸe iki yudum aldı. Su bardağına uzandı bir yudum çekti içine “Aydınlanma Felsefesi'nin evrensel ilkeleri hala canlıdır o günlerde. Bu günkü gibi deÄŸil” dedi ve turÅŸudan bir dilim attı aÄŸzına.

​

Yeni bir sigara yakmak için pakete davrandı kadın bu çaba içinde “Bu geriye atılımı kutlayamıyoruz. Peki. Neden?” diye sordu kadın.

​

“Sorun ÅŸu ki “ dedi adam kadının gözünün içine bakıyordu o anda “Aydınlanma Felsefesi’nin temel ilkelerini ‘Toplumcu KurtuluÅŸ’ idealiyle harmanlamalıyız. Yani Aydınlanma Felsefesi’nin nicedir üzerindeki ölü toprağını sıyırmak düÅŸüyor bizlere.” Sandalyesinden biraz öne eÄŸilip, “Ama diyeceksin ki biz kimiz?” dedi ve bir kahkaha attı.

 

Kadın nihayet sigarasını yaktı ve ilk nefesini içine çekti, “Fakat geriye dönüÅŸ öz arama olasılığını doÄŸurmaz mı?” dedi. Sonra dumanı savurdu adama doÄŸru. Adamın bundan hoÅŸlanmadığını bilerek yapmıştı. Tokat gibi.

​

Adam, kadının adeta bu duman tokadı ile sersemlemiÅŸ bir tavırla “DoÄŸru biz kimiz!” dedi mahcup biçimde.

​

Bir bakıma Pirus Zaferi kazanan kadın “Bunun yanıtı bende yok en azından” dedi. Kazandığı zaferin geçici olduÄŸunun ayırtına vararak söylemiÅŸti. Ve bir nefes daha çekti sigarasından. Bu sefer havaya savurdu dumanını.

​

Adam rakısından bir yudum almak için kadehine davranmış halde, “Yakup Kadri'nin, Yaban'ını bilirsin” dedi. Bardak elinde oyalanıyordu.

​

Kadın bu yeni sorunun arkasından ne geleceÄŸini merak eden bir ses tonuyla “Bilirim” dedi.

Adam elindeki rakı kadehinden bir yudum alarak, “O tüm yeteneklerine karşın sığındığı köyde yaban'dır. Sonra kaçarak kurtulur o köyden. Kendini kurtarmıştır ama o köy hala yaban kalmıştır.” Bu sözleri sarf ederken su bardağına uzanmıştı. Sözcükleri bitince bir yudum aldı bardaktan.

 

Kadının yüzündeki ifade daha da meraklı bir hal almıştı. Bu durumda sigarasından bir nefes daha aldı, “Evet. Tabi ya. Yaban da yabandır köylüye deÄŸil mi?” dedi. Sigaranın dumanını içinden havaya bıraktı.

​

Adam mezeden bir çatal daha alarak, “Halbuki kendi vücudunu bu halk için seve seve feda etmemiÅŸ midir? BoÅŸuna mı feda etmiÅŸ kendini? Elbette ikisi de birbirine ‘yaban’ ama ölçüsü nedir?” dedi. Kadının yüzüne bakıyordu tüm bu süre boyunca.

​

Kadın rakı bardağına uzanır halde, “Bunun ölçüsü SOYUT’tur bence” dedi.

​

Adam sakalını sıvazlayarak arkasına yaslandı, "Bilirsin Rusya’da bir örgüt var çarlık zamanında ‘Narodnaya Volya’ ilkeleri ‘halk için, halka raÄŸmen, halk adına’ Osmanlı cumhuriyetinin devamı olarak Kemalist cumhuriyeti kuran kadrolarda bir bakıma bunu yapıyor. Ä°yi ki de yapıyor. Yoksa bir maydanoz olmazdı bu halktan. Ama halk ne düÅŸünüyor, ne yer, ne içer, ne dinler, idealleri nedir?” dedi. Maksadı haklı aÅŸağılamak deÄŸildi. O kimdi ki halkı aÅŸağılayacak.

Kadın adama doÄŸru eÄŸilerek, “Ben cumhuriyeti halkın yukarda tanımladığın gibi algılamadığını ve reddettiÄŸini düÅŸünüyorum” dedi.

​

Adam da kadına doÄŸru eÄŸilerek, “Halk mı? halk neyin farkında ki? Peki sana bir soru?” dedi.

Kadın tekrar eskisi gibi masadan geri çekildi ve sigarasından bir nefes daha aldı. Dumanını keyifle savurdu havaya, “Çalışmadım bu konuya” dedi ve güldü. “Peki sor bakalım” dedi.

​

Adam da kadın gibi kendisini eski konumuna getirerek rakısından bir yudum aldı. Ardından bir yudum su sonra, “Sen öÄŸretmensin, senin gibi binlerce öÄŸretmen var, sizlerin suçu yok mu? Siz neden anlatamadınız ‘halk’a cumhuriyetin erdemlerini. Kim izin vermedi. Peki birilerinin iznine gerek var mıydı?” sonra mezeden bir çatal alıp aÄŸzına attı. “Yok” dedi. “Yok, sorumu geri aldım.” Elini ensesine atıp kahkaha attı.

 

Kadın da rakısından bir yudum aldı. Çatalını adamın acıya duyarlılığını bile bile en acı biberden alıp aÄŸzına attı. “Peki çoÄŸalmak istiyorum. Ortaklarım çok ve buna kuÅŸkum da yok. Bunu ben yapamadım. Peki sen nerdeydin? Siz neredeydiniz?” diye sordu. Bir biber daha attı aÄŸzına sonra bir yudum rakı daha.

​

Adam yine terlemeye baÅŸlamıştı, peçeteye uzandı ve bir tomar aldı, “Evet haklısın. Ben kavgadan kaçtım” dedi. Ä°stemsiz ÅŸekilde gülümsedi. “Hala da kavgadan kaçıyorum.” Hala alnında ter boncukları vardı.

​

Kadın bir peçete daha uzattı adama, “Bu konuda bireysel duruÅŸlarımız elbette önemli. YabanlaÅŸtık hepsi bu” dedi. Ä°ntikamını almış olmanın coÅŸkusuyla. Sigarasından bir nefes daha çekip havaya savurdu.

​

Adam nihayet terden kurtulmuÅŸtu, “Åžöyle bir ÅŸey var” dedi. Tekrar eski neÅŸe vardı sesinde.

Kadın anlamadım der gibi dudağını büzdü ”?”

​

Adam çatalına peynirden bir parça alarak, “Bilirsin Ä°ncil’de ‘Önce söz’ vardı diyor ‘tanrı’, ya da ‘kelam’. Binlerce yıl sözlü yani kafiyeli ÅŸekilde aktarılmış düÅŸünceler insanlara. Yazı çok sınırlı bir alanda din adamı veya yönetici sınıflara ait olmuÅŸ. Sonra yakın yüzyıllarda yazın roman vb. ÅŸekilde topluma yayılmış ve yakın günümüze kadar okuma ve yazma genelleÅŸmiÅŸ, avama ait bir ÅŸey olarak kalmış. Modern zamanda ise tekrar söz ve onun yeni biçimi görsel medya yaygınlaÅŸmaya baÅŸladı. Bu durumda basılı metinleri okumak yeni kuÅŸaklara zül olmaya baÅŸladı. Ki görsel medya ise egemenlere ait. O nasıl isterse o yönde maniple ediyor. Eskisi gibi rahatça ulaÅŸamıyoruz o ‘halk’ denen kitleye. Kendimizi kandırmayalım artık okur/yazarlık bitti. Åžimdi dinleyen/gören bir nesil var. Zaten ‘medya okur yazarlığı’ diye bir kavram ortaya atılmaya baÅŸladı.” Bir süredir çatalında tuttuÄŸu peyniri aÄŸzına attı. ÇiÄŸnerken kadına gülümsüyordu.

​

Kadın rakı bardağını dostça kaldırıp, “Bak bu konuda da yabanız” dedi.

​

Adam da bu dost davete uyarak bardağını kaldırdı “Evet, ama öÄŸreneceÄŸiz” dedi.  Kadehler havada tokuÅŸtu. HoÅŸ bir çınlama yankılandı havada.

​

Kadın su bardağından bir yudum alarak, “Sorunun yanıtını kendileri bulmaya baÅŸlasınlar, bize bulaÅŸmasınlar” dedi. “Ben, bu süreci okuyamıyorum.” Dedi kahkaha ile.

​

Adam bardağındaki tüm rakıyı içti ve su bardağındaki suyu boÅŸalttı, “L.Althusser ‘Ä°deoloji ve Devletin Ä°deolojik Aygıtları’nı ÅŸimdilerde daha iyi anlamaya baÅŸladım” dedi. Çatalıyla bir parça peynir daha attı aÄŸzına. “Ama bak ÅŸimdi baÅŸka bir ÅŸey daha var. Åžimdi aydınlanma felsefesinden bahsetmiÅŸtik. H. Haine diye bir ÅŸair diyor ki ‘biz cenneti kuÅŸlara ve meleklere’ bıraktık. Yani cennet yerine cehennemde yanmayı peÅŸinen kabul ediyor. Bir savaÅŸ var. Kimle. Din ile. Her din bir ret ile baÅŸlıyor geninde bu var ve devrimcidir. Sonra bir din oluÅŸuyor, aydınlanma dini. 1789 da Fransız devrimi ile iktidarı ele geçiriyorlar. 1791 de sona eriyor. Bu yeni din tüm diÄŸer dinleri inanç seviyesine indirgiyor. Laiklik dediÄŸimiz bu yani aydınlanma dini. Ama bu devrim iki kez yeniliyor. Napolyon Bonapart (milliyetçilik) ve Bismark (Ulusçuluk), bugünkü gericiliÄŸin nedeni bu ikisi. Marks-Engels sosyolojisinde altyapı ve üstyapı teorileri var. Altyapı ekonomi bildiÄŸin gibi. Ama aydınlanma felsefesini eksikli algılamadan dolayı üst yapı unsurları eksik tanımlanıyor din bir form olarak var ama aksine üstyapının tamamı din. ‘Din’ yani aydınlanma dini, yani ‘laiklik’ dediÄŸimiz ÅŸey. Bizim anlayamadığımız ve elimizde tuttuÄŸumuz ve sallandırdığımız yanlış bayrak bu imiÅŸ.Biz hala milliyetçilik, ulusçuluk yapıyoruz Marksizm adına yapıyoruz üstelik. Hatamız bu. Türkiye, Türkiye hakları, Türkiye iÅŸçi sınıfı vb.” Bardağına rakı doldururken kadının gözünün içine bakarak gülümsedi. “GeldiÄŸim nokta bu. Ä°nzivam bu anlamda güzel geçti. Bunları bir manifesto haline getirmek kalıyor. Bu da kendi naçizane görevim. Ä°stersen daha önceki teklifim geçerli” dedi.

​

Kadın sigarasından bir nefes daha aldı. Adamın gözünün içine batı. “Belki de…” dedi. Dumanı boÅŸluÄŸa bıraktı yeniden bir nefes daha çekti içine tekrar bıraktı. Sigarasını kül tablasına bastı.

Adam rakısından bir yudum aldı, “Bir öykümde dediÄŸim gibi; ‘evet belki de yeniden baÅŸlıyor hayat’ Çok konuÅŸtum yine” dedi. Bir yudum su aldı aÄŸzına. Kekremsi gelmiÅŸti rakı yine.

Rakısından bir yudum alan kadın “Olsun” dedi. Sonra bir yudum su aldı aÄŸzına “Zararı yok bilakis” dedi. Pakete uzandı.

​

Adam yeter der gibi baktı kadına sonra, “Ha bu arada Rosa Lüksemburg ‘vardım varım var olacağım’ diyor. ‘Var olmanın dayanılmaz ağırlığı’ bu olsa gerek” diyerek Milan Kundera’ya tersinden cevap verip havayı dağıtmak istercesine söze girdi. Gülümsedi kadına. “Ağır / hafif, neye göre ağır ve neye göre hafif. Öyle deÄŸil mi? ölçek ne” diye sordu.

​

Kadın sigara paketini adama doÄŸru iterek, “Rosa’yı seviyorum ben” dedi. “Sana ‘aÅŸk ve acı’dan bahsettim mi?” diye sordu adama.

​

​Adam “Hayır” dedi. “BahsetmemiÅŸtin”

​

Kadın “Frida” dedi.

​

Adam “Frida Kahlo” dedi.

​

Kadın rakısındaki son yudumu attı aÄŸzına “Kahlo nun hayatını anlatan bir kitap. MüthiÅŸ bir yaÅŸamöyküsü. Evet” dedi. Su aldı aÄŸzına. Nedense kekremsi gelmiÅŸti bu son yudum.

Adam kadına “Bir kadeh daha ister misin?” diye sordu. Kadın evet anlamında gözünün içine baktı. Adam yeni bir kadeh doldururken ”Okumadım” dedi.

​

Kadın yeni doldurulan kadehini alıp içine dilediÄŸince su katmaya baÅŸladı, “Çok severek okudum. Hayranlıkla… Acıyarak… Kızarak… Kıskanarak… Üzülerek… Olmaz böyle bir yaÅŸam! Tanıyordum, biraz biliyordum. Ama… Canım daraldığında ‘Frida’ aklıma geliyor. O kadar yani. Rosa… Emma… Frida… Sayıları artıyor.” Sonra kadehini kaldırdı. “Ä°çelim” dedi “Ä°çelim ve güzelleÅŸelim”

​

Adam itirazsız kadehini kaldırdı ve tokuÅŸturdu, “Kadın olmak baÅŸlı başına hayata yenik baÅŸlamak deÄŸil mi?” dedi. Su ÅŸiÅŸesine uzandı bardağına su doldurup yudumladı.

Kadın mezeye çatalını batırarak “Belki de. Ben bunu çok az hissettim” dedi. “Belki de ÅŸanslıydım demem gerekli” aÄŸzına attı mezeyi çiÄŸnemeye baÅŸladı.

​

Adam Rus salatasından bir çatal alarak “Orhan Veli miydi, ‘kadınları severim, iÅŸçi kadınları daha çok severim’ diyordu. Bu adını andığın kadınlar bir de komünist” dedi.

​

Kadın, “Evet” dedi. Gözü sigara paketindeydi.

​

Adam kadının sigara paketine kayan gözünü fark etti ve gülümsedi. “Ama hala azlar, azsınız... Yine çokluk azlık paradoksu” dedi sigara paketini kadına uzattı.

​

Kadın mahçuplandı ama sigara paketine hayır diyemedi içinden bir dal çekti, hemen yaktı ilk nefeste rahatlamıştı, “Çünkü her ÅŸeyden önce ben kadınlığımı kullanmayı çok beceremedim” dedi.

​

Adam “Feminizme ve tarafgirliÄŸe düÅŸmeden anlatabilirsin öykü, makale ve romanlarında olmaz mı? Bizden sosyalistlerden ‘Behice Boran’ var. ‘Önce sosyalistim, sonra kadınım’ diyor. Hakkında pek inceleme ve taraftarı, fan'ı olmayan biri” dedi.

​

Kadın sigarasından bir nefes daha çekti dumanını havaya saldı, “Bilirim az. Katılıyorum. Zoru zor tabi dengede durabilmek. Hele bu kadar ayrışım. Hele hemcinslerim. Vay de vay” diyip bir kahkaha attı.

​

Adam kadının keyfinin yerine gelmesine sevinmiÅŸti. Kadehinden bir yudum daha aldı, “BolÅŸevik parti'den A. Kollontay ‘bir çok hayat yaÅŸadım’ diyor. Kadın olmak bir çok hayat yaÅŸamak gibi bir ÅŸey olmalı. Algım yanlış ise düzelt” dedi. BardaÄŸa uzandı bir yudum su aldı.

Kadın rakı bardağına düÅŸünceli düÅŸünceli olarak bakıp bir yudum aldı, “Ben ‘Bir çok hayat yaÅŸadım mı?’ Evet… Hayır… DeÄŸil… Roller çok. Erkek gibi deÄŸil” dedi. Su içmeyi unuttuÄŸunun farkına vardı. BardaÄŸa uzanıp bir yudum su içti.

​

Adam kadını anlamadığını belirtir bir tavırla “Algım doÄŸru mu? demek istedin” dedi.

Kadın yarı onaylar ÅŸekilde “Eh kabaca” dedi.

​

Adam sorusunun cevabını almış olmanın ferahlığıyla “Ä°yi o zaman doÄŸru yoldayım o halde” dedi.

​

Kadın “Adam / Baba vb. rolü var erkeÄŸin. Bunun dışında klasik erkek” dedi.

​

Adam açıkçası kadının söylediklerini ve imasını anlamamıştı, “OkuduÄŸumda bir ÅŸey dikkatimi çekmiÅŸti. Paul Lafargue ‘Tembellik hakkı’nın yazarı hatırlarsan. Karl Marx'ın kızı ile evlenmek istediÄŸini Marks'a söylüyor. O koskoca Marx delikanlıya ‘kızımı nasıl geçindireceksin’ diye soruyor. Yani bu kadar yalın hayat denen ÅŸeyin kendisi. Dumura uÄŸramıştım. Her ÅŸeyi büyütmemek gerek gözümüzde.”  Mezeden bir çatal daha alıp çiÄŸnemeye baÅŸladı. Kadına gülümsedi. “O kadın Frida, ÅŸu kadın Rosa, diÄŸeri Emma, bir diÄŸeri Elenor, baÅŸkası da Behice. Sen ise sensin” dedi. Tekrar kadının gözünün içine baktı ve gülümsedi.

​

Kadın sigarasından bir nefes daha alarak kül tablasında söndürdü “Elbette yaşıtlarımdan farklı yanlarımı belirlemek de bir kadın TARZI olabilir pekala” dedi. Dumanını savurarak.

Adam kadehini kadına doÄŸru kaldırarak “Evet güzel bir baÅŸlangıç olur. ‘Ä°nsani olan hiç bir ÅŸey bana yabancı deÄŸildir diyor’ K.Marx, senin ve hepimiz için geçerli bir ÅŸey. Kendi özge yaÅŸamının imbiÄŸinden süzerek kadının insanlık trajedisini ve komedisini yazabilirsin. Dene bence boÅŸ verme. Birikimlerinin toprak olup kaybolmasına izin verme yani” dedi.

​

Kadın da kadehini kaldırarak adamın bardağına tokuÅŸturdu. Çın sesi ortalığa yayıldı. “SaÄŸ ol” dedi kadın adama “SaÄŸ ol sayende yüreklendim”

​

Yereri kadar alkol aldıklarına karar vererek daha rahat olsun diye koltukta oturmaya karar verdiler. Masayı toparladılar, mutfaÄŸa yerleÅŸtirdiler. Birlikte öteberiyi toparladılar, adamın arkadaşına mahçup olmak istememiÅŸlerdi. Kadın “kahve yapacağım kendime sade kahve yapacağım, sende eskisi gibi sade mi içiyorsun?” diye sordu.

 

Adam “elbette ben de sade içerim” dedi.

​

Kadın kahveleri yapıp getirdi. Ortalık mis gibi kahve kokmuştu.

 

Kadın, “Bir kitapta okudum çok anlamlandıramadım. ‘... insanların diÄŸerlerine kendi egosundaki çatlaklardan baktığını , onları kendi sorunlarıyla baÄŸlantılı olarak algılıyor...’ Ne demek istemiÅŸ yazar sence. KeÅŸke bu durumlarda alarm çalabilseydim”

​

Adam, “KiÅŸi, kendisi gibi görüyor diÄŸerini, empati kuramıyor, öyle demek istiyor, hepimiz çıkarcı deÄŸil miyiz? Öyle demek istiyor” dedi.

​

Kadın "Dur daha var, devamında ‘…bu yüzden hayatı bir yanlış anlaşılmalar bütünü olarak algılandığını’ yazıyor. Demek bu yüzden yerine koymadan kendisi gibi… hımm, çok iÅŸime yarayacağını (hazır bencillik demiÅŸken) düÅŸündüÄŸüm çok güzel bir kitap okuyorum sana da tavsiye ederim”

 

“Bir ÅŸey hem kendisidir hem de baÅŸka bir ÅŸey”

 

“Nasıl baÅŸka bir ÅŸeydir? Kökeninden mi alır bu özelliÄŸini”

​

“Bakmakla ilgili. Bilgi, birikim, deneyim, sosyal statü, ideoloji, kültür, cinsiyet vs. bunlar kiÅŸinin bir nesneye, bir olaya, bir duyguya, bir duruma bakışını etkiler. Aynı olaya sen baÅŸka ben baÅŸka bakarım baÅŸka ÅŸekilde anlamlandırırım. BaÅŸka baÅŸka biçimde anlatır ve aktarırız. Normalde normal diye bir ÅŸey yok. Milyarlarca normal var”

​

Evet, çok haklısın. Zülfü Livaneli’nin ‘Edebiyat Mutluluktur’ adlı kitabını okudum. Çok beÄŸendim bazı çok ÅŸaşırdım 30 dile çevrilmiÅŸ kitapları düÅŸünsene. MüthiÅŸ ben ‘Serenat’ adlı kitabını da çok beÄŸenmiÅŸtim. Film, müzik, roman bir sürü ÅŸey bunu da kendi deyimi ile”

“DüÅŸünsene ‘tanrı’ bile kendi duygu ve düÅŸüncelerini anlatmak için kitap yolluyor ya zaten elçileri eliyle yayınlıyor üstelik”

​

“DeÄŸil mi?”

​

“Åžu an bir resim yapacak olsan kağıdında hangi figürler olurdu!”

​

“Bir köprü, kemerleri olan bir taÅŸ köprü, köprünün altından sular geçiyor,  bir yol baÄŸlanıyor köprüye, uzaklarda daÄŸlar, vs”

​

“Geçen yok mu köprüden”

​

“YaÅŸlı bir teyze geçiyor, bir amca, üç öÄŸrenci, birisi kız, ikisi erkek. Kızla erkek konuÅŸuyor, diÄŸeri etrafı seyrediyor. Bir kamyon geliyor uzaktan, kuÅŸlar var bir aÄŸaçta ötüyorlar, bir kedi var uzaktaki evin önünde, kapısında bir sedir aÄŸacı var evin. Ä°ki kadın hem eliÅŸi yapıyor, hem de dedikodu yapıyorlar. Ä°çerde bir delikanlı var, öykü yazıyor”

​

“Evin önünde kasım patları olsun”

​

“Elbette kasım patları olacak. Åžarap içmeli bir gün, ÅŸu Mesut’un bağından, bilmezsin sen, tanımazsın, ben de bir defa tattım ÅŸaraplarından, lezizdi, ama ÅŸimdi kahvemizi yudumlayalım. Geçenlerde bir aÄŸaç ev gördüm fotograflarını çektim. Hep çocuklara yapmayı istediÄŸim bir ÅŸey, ama malum zamanım olmadı, dert ve sıkıntılardan, bu gittiÄŸimde yapmaya baÅŸlayacağım”

​

“Ä°yi edersin”

​

“Hem ÅŸarabımız orada içeriz, ÅŸimdi bahçe yemyeÅŸildir, çayır yani, yoksa aÄŸaç falan kalmadı, üç beÅŸ ceviz iÅŸte”

​

“Ceviz aÄŸaçlarını oldum olası severim, boÅŸuna deÄŸilmiÅŸ, çok dayanıklılarmış baksana”

​

“Ne güzel iÅŸte”

​

“Ne düÅŸünüyorum biliyor musun bazen, ben düÅŸündüÄŸüm kadar özgür müyüm acaba”

​

“Maalesef hayır, ama mutlu olmalısın, memnun olmalısın, mutlu bir ailen var”

​

“Kesinlikle evet, ama bu bireysel özgürlükler nerede baÅŸlar nerede biter konusunda çeliÅŸkilerim var”

​

“Evlilik bir sözleÅŸme aslında, sözleÅŸme den daha çok akit, yaÅŸanılan bir "de fakto" durum, saçma demeye dilim varmıyor ama saçma. Sen yine de takma kafana, mutluluk çoÄŸunlukla bireysel, bireye ait bir ÅŸey, rüzgarın sesini en iyi sen duyumsayabilirsin, bir yaprağın hışırtısını, ya da bir evin önünde yıllar önce durup, ötelere iki elin böÄŸründe bakarak hissettiklerin sana, ana özgü bir ÅŸey, tekrar taklit edilemez, bir baÅŸkası da taklit edemez. Hatta sen kendin bile. Basit duyumsuyoruz o halde varız metafizik bir ÅŸey yaÅŸam, metafor ya da” Gülümsedi adam.

​

“Anlıyorum” dedi kadın iç çekerek.

​

“Çay yapayım ister misin?”diye sordu kadın.

​

“Tabiî ki isterim, andır yaÅŸanılabilen aslında, o hale özgürleÅŸtikçe marjinalleÅŸiyoruz,”

​

“Peki böylece yalnızlaÅŸmıyor muyuz?”

​

“Hayır kesinlikle hayır, eÅŸine sımsıkı sarıl bu anlarda, ikinizin de hoÅŸlandığı bir etkinlikte bulunun örneÄŸin, açık havaya çıkın, hava alın, ne bileyim, bir plastik top alıp, voleybol oynayın ya da yakar top. Kötü düÅŸünceleri kafandan at, yaÅŸamak yaÅŸamaya yaraşır, böyle yapmalı insan”

​

“Bak iÅŸte tam da bu noktada dürüst deÄŸiliz belki de kendimize”

​

“Kim dürüst ki kendisine, o zaman aklını kaybedersin”

​

Kadın demlenen çayla birlikte tekrar koltuÄŸa yerleÅŸti.

​

Adam “Çayları ben doldururum dedi”

​

Kadın, “Dem çok olmasın” dedi. “Aslında fena bir durum deÄŸil. Baksana kimseler umurunda deÄŸilmiÅŸ gibi deÄŸil gerçekte öyle, belki de ilkellik ne dersin”

​

“VaroluÅŸunu çok sorguluyorsun, bu konuda da haklısın ve yalnız sayılmazsın, ben de sorgularım herkes sorguluyor elbette belli kritik dönemlerde”

​

“Åžu söylediklerinde, merak ediyorum doÄŸallığıyla söylemek istediÄŸin fakat vazgeçerek baÅŸka kelimeler ürettiÄŸin kaç cümle oldu”

​

“Tüm bu konuÅŸmalarımız süresince mi? Åžimdi mi?”

​

“Evet, evet”

​

“Ä°nanmazsın ama ne düÅŸünüyorsam aynısını söylüyorum”

​

“Tebrik ederim, merak etme ben iyiyim, böyle sohbetler iyi gelir bana, daha da iyi olurum”

​

”Ä°yi ol tabiî ki, ciddi bir hastalığın yok deÄŸil mi?”

​

“Yok, olsa ne yapardın”

​

“Üzülürdüm elbette”

​

”Yok, iyiyim gerçekten, çok tehlikeli bakıyorum kendime ha, yooo, yaÅŸama sevincim her zaman vazgeçilmezimdir”

​

“Hı hı”

​

“Çok iyi… çok sıkılırsın… boÅŸ ver”

​

“Neye boÅŸ vereyim anlamadım”

​

 “Çok iyi ile baÅŸlayan cümlelere boÅŸ ver”

​

“Ama sen de hiçbir ÅŸey anlatmıyorsun ki”

​

”Senin yüzünden gevezeliÄŸim tuttu bu kadar ıraksamasaydık az ÅŸey olurdu konuÅŸacak, sor çok az zamanın var”

​

“Ne sorayım sana…”

​

“Zamanın tükendi iÅŸte, yine geç kaldın”

​

Çaylar tükenmiÅŸti.

​

Kadın,“Geç oldu artık kalkalım mı?” diye sordu adama. Sonra “Ama seninle asıl konuÅŸup halletmem gereken bir mesele var” dedi. “EÄŸer müsaitsen bu konuda ısrarcıyım örneÄŸin yarın konuÅŸalım mı?” dedi.

​

Adam “Elbette” dedi. “Elbette konuÅŸalım”

​

Kadın “Ä°yi o halde yarın öÄŸle yemeÄŸinde burada buluÅŸalım dedi”

​

“Tamam” dedi adam.

 

Birlikte kalktılar. Adam Kadın’a kaldığı pansiyona kadar yol arkadaÅŸlığı etti. Sonra dükkana döndü. Kendine bir kahve yaptı. Koltukta uykuya daldı.

​

Ertesi gün erkenden kalktı adam, kadın da erkenden kalktı. Sabırsızlıkla buluÅŸma zamanını iple çekmeye baÅŸladılar. Nihayet vakit gelmiÅŸti. Adam merak ediyordu, kadının ona ne söyleyeceÄŸini. Kadın içeriye girdi. Siyah ve kızıl bir elbise giymiÅŸti. Sarıldılar ve arkadaşı ile hazırlamış oldukları masaya oturdular. Yemeklerini sessizlik içinde yediler. Bir önceki güne nazaran oldukça sessizdiler. Yakında kopacak bir fırtınaya iÅŸaretti belki de. Sonra önceki gün olduÄŸu gibi koltuklara geçtiler. Adamın arkadaşı ikisi için kahve yapmıştı. Sade. Kahveden ilk yudumu alan adam olmuÅŸtu, sessizliÄŸi bozan da adam oldu.

​

“TaÅŸra hayatı bizimkisi, gürültüden, stresten uzak”

​

“Büyük ÅŸehirlerinde kocaman birer taÅŸra olduklarını unutuyorsun galiba”

​

“TaÅŸranın trafik vs. stresi yok en azından”

​

“Büyük ÅŸehirlerde fazlasıyla ses var, çok haklısın”

​

“Sabah iÅŸe çıktığında kuÅŸ sesleriyle uÄŸurlanmak gibi ÅŸeyler var hayatta bunu öÄŸretiyor taÅŸra”

​

“Bir ÅŸairdi sen bilirsin sanırım, kuÅŸ sesimi kadın sesimi diye sorgulamıştı bir ÅŸiirinde. Bana sorsalar ikisi de derdim ya zaman zaman deÄŸiÅŸirdi duygularım sanırım. ÇoÄŸu insan öyle deÄŸil mi zaten bir öyle bir böyle davranır, ne yapacağını nasıl sesleneceÄŸini bile bilemez insan. Ya yüzyıllık uzaktan bakar ya nefesi yayılır yüzüne, aklı çıkar insanın”

​

“Tıpkı dediÄŸin, düÅŸündüÄŸün gibi”

​

”Ama yine de kuÅŸlar bile istedikleri zaman ötüyorlar”

​

“Bazen duyuyoruz halbuki onları, çoÄŸu zaman duyamıyoruz, onlar kendilerini ifade ediyor. Ama ne bileyim, hayat kavgası içinde aklımıza bile gelmiyorlar”

 

”DeÄŸil mi? Biz istediÄŸimiz zaman duyuyoruz yine de, hem de duymak istediÄŸimiz kadarını, ya tamam kuÅŸların ne günahı var sitem edeceksem, vazgeçtim hiç sevmiyorum sitem etmeyi”

​

“Yok ya üzerine alınma, ben öylesine konuÅŸuyorum, içimden geldiÄŸi gibi, ‘diyalektik’ iÅŸte ya da yani neyse ne” gülümsedi.

​

“Aksine ben sitem etmiÅŸtim”

​

“Sitemin için saÄŸ ol”

​

“Unutma sen de sitem etmiÅŸtin, ben bir ÅŸey diyormuyum”

​

“Ä°nsana ait olan her ÅŸey gibi sitemde yerli yerinde yapılırsa güzel bir ÅŸey deÄŸil mi?”

​

“Çok haklısın."

​

“Neye karar veremiyorum biliyor musun?”

​

“Evet dinliyorum seni”

​

“Bazı gizil duygularımı çözdüÄŸünü (anladığını) düÅŸündükten sonra iletiÅŸim kurmakta çok fazla zorluk çektim nasıl davranmam gerektiÄŸine karar veremiyor (d) um”

​

“Neden? Neden çekiniyorsun ki, korkun yersiz, gerçek olan ve önemli olan bu baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil, o an ve o anlar” gülümsedi. “Seni hala anlamıyorum deÄŸil mi?”

​

“Hayır tabi ki, ben seni anladım sorun burada galiba”

​

“Anladığın ne ki, söyle de bileyim”

​

“Söylemeyi düÅŸünmüyorum”

​

“Tuhafsın”

​

“Belki, ama bunu bilmiyorum. Edebi masallarda vardır (!) Kerem, Aslı için çöllerde seraba kesilir tam bulur sırtını döner yücelttiÄŸi baÅŸka deÄŸere”

​

“Pardon; Engin Işık'ın Ofir'e Yolculuk’taki kadın arkadaÅŸlarını kıskandın, çünkü sen de onlardan birisiydin deÄŸil mi? Özür dilerim. Seni kırmak istememiÅŸtim”

​

“Engin’e haksızlık ediyorsun, özür mü niçin”

​

“Yok, Engin hep o "OFÄ°R" ülkesinde yaşıyor. Böyle bir his yaÅŸattığım için, masal adı üstünde masal iÅŸte”

​

“Seninle kavga etmem lazım, aksi taktirde kelimelerle olmayacak”

​

“Beni dövecek misin yani”

​

“KeÅŸke, küçüklüÄŸünde hiç sopa yemeyince bu duruma geliyor insan” gülümsedi kadın “ben kim, sen kim, sopa kim, ÅŸimdi rahatladığını sanıyorsun üretemiyorsun öylece bekliyorsun kulağına bir vızıltı gelsin yetinip aÄŸzın kulaklarına varıncaya kadar kahkaha atıyorsun, acımasız ve kışkırtıcı sözcükler seçiyorsun, asla az önce söylediÄŸin gibi öylesine laflar etmiyorsun, belki de hep tersi oluyor da karşındakiler sana acımasızlık edip sorumluluk yüklüyorlar”

​

“Bu ben miyim?”

​

“Engin’in ve yanındakilerle bir metin yaz, ‘Zaman Ä°lerlerken’ olsun baÅŸlık ya da buna yakın bir durum… Yolculuk devam etsin yani.”

​

“Yazacağım söz, Engin yine anlatacak, yok Engin deÄŸil, yine baÅŸka bir kadın anlatacak arada bir söze karışacak tabiî ki, sürprizleri olacak, tıpkı bir gölge gibi nasıl kahramanlarının ardında koÅŸturduÄŸunu anlatacak, onların hüzün ve sevinçlerine nasıl ortak olduÄŸunu anlatacak, tıpkı her zaman olduÄŸu gibi, tatlı bir rüzgarın fısıltısı gibi kulağınıza fısıldayacak”

​

“Kaç bayram geçecek, kaç yeni yıl, bu arada nasıl istersen öyle davranayım motivasyonunu bozmayayım. Kadın güçlü olmalı bu metinde hem de çok. Aynı zamanda paspas olmalı yerlerde kıymetsiz deÄŸersiz, biraz ÅŸaÅŸkın ama çok ta aptal olmalı, kendi bilmeli gücünü kadın, kırmızıyı ve siyahı sevmeli, bir gece elbisesi giymeli siyah ve kırmızı, inadına dimdik ve zamanında olması gereken yerde olan bir kadın olmalı bu”

​

”Seni yazmamı istiyorsun, tamam yazacağım”

​

“Bazı yerlerinde sor merak ettiklerini, hep söylerim sana, sessizce fısıltıyla, nerden çıktı ÅŸimdi ben, yeÅŸil göz makyajını sevsin, arzuları olsun sonsuz ve doyumsuz, ama incitmesin kendini incittirmesin saklısı olsun hep, bilmediÄŸi saklı ÅŸiirler sevsin, sonsuz yolculuklara çıksın fakat hep dönsün evine yuvasına sarılsın, yaÅŸamaya umarsız”

​

“Ama ben kadın ruhundan anlamam ki, tasvir edemem, ama çabalarım”

​

“Aslında kadının özelliklerini verdim, birkaç bir ÅŸey daha eklerim, yaz bakalım, hesapsız. Sana yazma konusunu çok düÅŸündüm. Ama sana yazacağım sözcükleri seçerken zorlandığımda yazdıklarımı siliyor ve tekrar yazıyordum. Tekrarında yazdıklarım aslında ban ait olmayandı, soÄŸuk olanından, KIÅž iÅŸte sende de öyle oluyor mu?”

​

“Neden zorlanıyorsun ki, içinden geldiÄŸi biçimde yazsaydın”

​

Güldü kadın, “Çok soÄŸuk ya ondandır, KIÅž”

​

Havayı yumuÅŸatmak için adam, “Sizin oralarda daha ılımandır havalar her zamanki gibi. Gittikçe iÅŸ, yaÅŸam anlamında daha içerilere çekiliyorum, ÅŸantiye dağın eteÄŸine daha çok yaklaşıyor, soÄŸuk daha da fazla iliklere iÅŸliyor, daha sık hasta oluyorum, daha sık nane limon ıhlamur içiyorum, yaprakların arasından sayısı gittikçe azalan ceviz topluyorum, kıyı köÅŸedeki yumuÅŸak topraÄŸa filizlenmesi için gömüyorum”

 

“Ah ne üzüldüm, çok geçmiÅŸler olsun, unutmadan cevizlerin bir özelliÄŸi var, çok garip bir ÅŸekilde filizleniyorlar, narin, kırılgan, kabuÄŸu çatlatan, boÅŸ ver, cevizleri toplarken savur bir tekmeyle, güz rüzgarına inat, yaprakları uçur saÄŸa sola”

​

“DediÄŸin gibi yapmalı. Söz verdiÄŸin gibi yeni bir metin yazacak mısın gerçekten? Unutma ‘Zaman Ä°lerlerken’ olacak metnin baÅŸlığı”

​

“Elbette, kuÅŸkun mu var?”

​

“Bilmem, ÅŸu ana kadar sarf ettiÄŸin kelimelerin çoooook uzak, soÄŸuk bir çeÅŸit az önce zorlanıyorum demem de bundandı. Gerçi ÅŸu ana kadarki açıklamalarınla, konuÅŸmalarımızla ikna olmuÅŸtum ancak yine de böyle düÅŸünmekten kendimi alamıyorum”

​

“Gerçekten ÅŸimdiden kafamda da olsa bir kaç ÅŸey yazmaya baÅŸladım”

​

“Ya öyle mi? dedi kadın mutlu olmuÅŸtu, “Bir kaygımı daha söylemeliyim” dedi.

​

“Kaygı mı?”

​

“Evet, sana merhaba demekten o kadar çekiniyordum ki”

​

“Neden, onca zaman içinde seni kırdıysam özür dilerim”

​

“Rica ederim özür dileme lütfen, fakat öyle hissettim hep”

​

“Senin gibi tüm gerçek dostlarım benden yeni metinler bekliyor”

​

“Kıskanırım ÅŸimdi de, yaz, YAZ”

​

“O kadar çok ÅŸey var ki birikmiÅŸ olan, yazmak, evet yazmak, hep yazmak lazım, yürek sızısını dindirebilmek için”

​

“YAZ, bu konuda benden ne istersen sana yardımcı olurum, hesapsız yaz. Bir de aklıma takılan bir ÅŸey var” dedi sigarasından bir dal çıkarttı, yaktı, dumanını savurdu, ““Evet ne diyordum, senin için önemli olan ana çerçeve mi? Yoksa doÄŸaçlama mı?”

​

“DoÄŸaçlamayı seviyorum, bunu fark etmiÅŸsindir”

​

“Peki, elbette fark etmem mi?”

​

“Bol zamanım olsa belki”

​

“Çerçeve için mi?”

​

“Ä°lk cümleyi yazdıktan sonra gerisi akıp geliyor, yol, yolculuk. ÇoÄŸunlukla ‘istemesem de’ belirleyici oluyor. Örnek olsun, kağıt gemi ya da kayık yapmakla biten bir metin baÅŸtan böyle bitecek elbette deseydim asla olmazdı. O kendiliÄŸinden geliyor. Garip bir ÅŸey, ama yazı bitince kafam aÄŸrıyor, yazmayı seviyorum bu kesin, ama bir itki olmalı, örneÄŸin kağıt uçak la biten bir devam metin yazmak istiyorum, bir çerçeve oluÅŸturmayı denedim ama olmadı, yazamadım. Okuyucularım ÅŸimdi ne olacak? Diye çok merak ediyorlardı, ben de merak ediyordum, kağıttan gemilerde mi devam edecek öykü? yoksa çocukların mutluluklarıyla yaÅŸama gerçek zamanlarda mı devam edecek?  Kahramanın aslında göstermek istemediÄŸi yaÅŸamındaki mutlu anlarından bahsetmemesi mümkün deÄŸildir diye düÅŸünüyorum.... kusma isteÄŸinin yaÅŸandığı zamanda birinin kolundan tutması mutluluklarını demiyorum -o zamanları açık mutlu zamanları anlayamadığım bu zamanların dışında ki mutlulukları- kahramanın hayatı...” sayıklar gibi konuÅŸmuÅŸtu.

​

“Olur denerim ama sen her ÅŸekilde beni bekleme yaz ne zaman istersen, sanırım bu konuda zorlayıcı olacağım, metinleri okumak için yazılmaları gerekir deÄŸil mi?”

​

“Samimi olarak söyle benim yazdıklarım kolayca okunabiliyor mu?”

​

“Tartışma yaratmamak için bu güne kadar samimi olmadığımı mı düÅŸünüyorsun demeyeceÄŸim, evet okuyorum söylemem gerekenleri de dilim döndüÄŸünce söylüyorum”

​

“Hayır samimiyetinden ÅŸüphem yok, fikirlerin benim için önemli, keÅŸke bol zamanım olsa ve elimdeki metinleri düzene sokabilsem ve elbette bitirsem, On yıl sonra belki”

​

“Çok zaman, on yıl ne garanti, kimindi, okudum geçenlerde ‘ANI YAÅžA’ diyordu. An deÄŸil mi elde kalan bir daha bu zamanda bu düÅŸüncelerle burada seninle konuÅŸuyor olamam, sende öyle, her kes öyle bundan dolayı ertelemeye gelmiyor hiç bir ÅŸey”

​

“Diyalektik, elbette yazmaya devam ediyorum ,ama sen yazıyor musun peki, iyi bir okuyucusun bunu biliyorum, yine zamanın tükendi.”

​

“Evet çok haklısın, kağıttan uçak yaptığında ‘güle güle’yi kullanmayı unutma”

​

“Peki, birlikte yapabilirdik aslında kağıttan uçağı, ama olmadı”

​

Zaman yine tükenmiÅŸti. Kadın müsaade istedi. Adam kadını kaldığı pansiyona kadar uÄŸurladı. Biraz hava alıp dükkana geri döndü. Kadın adama bu gece yola çıkacağını söylememiÅŸti. Pansiyona gider gitmez valizlerini arabasının bagajına yerleÅŸtirdi. Bir zarf bıraktı kendisini soran birisi olursa iletmeleri için. Kasabadan ayrıldı.

​

Ertesi gün adam pansiyona gitti. Kadınla görüÅŸmek için. Ama pansiyondan kadının gece pansiyondan ayrıldığının söylediler. Adama bir zarf verdiler. Kadının ona verilmek üzere emanet bıraktığı zarfı uzattılar. Adam hayal kırıklığı içinde ayrıldı. Arkadaşının dükkanına gitti. Zarfı hayli zaman sonra açtı. Ä°çinden iki adet kağıt parçası çıktı.

 

Birinci kağıtta;

​

“yok –var

 

 Ne çocukluÄŸuna dönme isteÄŸi delilik,

ne de iÅŸe gitmek için isteksizlik,

ne eve varınca oh demek...

her yaÅŸ her yaÅŸa ait güzellikler anlar bittikten sonra anlaşılıyor,

evet...”

yazıyordu.

​

İkinci kağıtta ise;

 

“metin aralığı- iÅŸe yarar

 

kadın şarabı sever,

her zaman ÅŸarabı içmiÅŸtir,

içer...

her ne olursa olsun tutkundur ÅŸaraba

mayaya ...

rakıyı çok sever ve her zaman rakı içer

ama

tutkundur yine de kırmızı şaraba...

kahrını çekecek oldu mu?

yanında inandı mı buna içer...

kahır da çekenin olsun kahredenin de...

kırmızı şarap tadında

(kahır ve kahredenin huyu suyu yazarındır artık)

o içer hesapsızdır”

 

Arkadaşından bir ÅŸiÅŸe kırmızı ÅŸarap istedi, Valizinden not defterini çıkarttı ve yazmaya baÅŸladı.

ZAMAN Ä°LERLERKEN

 

Orta yaÅŸlı adamının ÅŸantiyedeki mesaisi bitmiÅŸ, iÅŸçi koÄŸuÅŸundaki odasına gelmiÅŸ, kendine kahve hazırlamaya koyulmuÅŸtu. Son bıraktığı yerden, kahvesi eÅŸliÄŸinde uzun süredir yazmaya çalıştığı kitabının olduÄŸu defterlerine dalmıştı yine;

​

O gün inÅŸaat iÅŸçileri lokalinde genel seçimler üzerine toplantı yapılıyordu. Herkes söz almıştı. Toplantı boyunca sessiz kalan bir iÅŸçi ayaÄŸa kalktı ve "Bundan sonra kimse bana sandık demesin," dedi hiddetle. "küreÄŸimin tersi ile aÄŸzına çakarım," herkes ÅŸaşırmıştı. O gün lokalde bulunan herkesten beklerlerdi ama ondan beklemezlerdi. Tek tek herkesin gözünün içine baktı ve sonra "Sandık demokrasisi safsatadan ibarettir. Hitler'de sandık'tan çıktığına göre. Burjuva Demokrasisi’nden anca..." sözünü tamamlamadan kapıya yöneldi ve kapıyı hızla çarpıp gitti. Herkes merakta kalmıştı bu adamın devamındaki sözlerinin ne olacağını. Ortaya sanki bir bilmece bırakmış ve herkesten bu bilmeceyi kendince doldurmasını istemiÅŸti belli ki. Herkes tek tek ama birlikte. Åžairin dediÄŸi gibi aÄŸaç gibi tek ama bir orman gibi kardeÅŸçe. Tıpkı biz ezilenlerin kardeÅŸliÄŸi gibi…

​

Ama kendisini ne yazmaya ne de yazdıklarını okumaya veremiyordu. Defterini kapattı bu halde. Åžantiyede ülkedeki son anayasa ve yönetim biçimiyle ilgili gündemle alakalı konuÅŸmalara, tartışmalarla karşı karşıya geliyor, dozunu kaçırmadan bir iki kelam ediyordu konu hakkında elbette. Åžantiyedeki yoÄŸun iÅŸleri arasında edinebildiÄŸi izlenimleri ve geçmiÅŸ politik birikimi sonucu ülkedeki son politik geliÅŸmeleri akıl süzgecinden geçirdiÄŸinde ÅŸu sonuca vardı, "Sınıf mücadelesini ve sosyalist iktidar perspektifini gözetmeyen bir '#HAYIR' söylemi etrafında örgütlenilmeye çalışılan bir kampanya sonucunda çalışan halklardan talep edilen 'bir oy' tersinden bakıldığında '#EVET' anlamına gelmeyecek miydi?". Hâlâ politik hareketlerin akılları başına gelmemiÅŸti, hâlâ bıraktığı yerden de geriye doÄŸru gidiyorlar diye düÅŸündü... Üzüldü... Yorgundu... Uyudu...

​

Ertesi gün yoÄŸun bir iÅŸ gününün ardından yine iÅŸçi koÄŸuÅŸundaki odasına da dinlenmeye çekildi ada. Bu sefer daha istekli ÅŸekilde not defterine sarıldı.

​

Tüm gün hava açıktı. Önceki akÅŸam muhteÅŸem bir dolunay vardı. Ay tutulması da yaÅŸandı. Gerçi izleyememiÅŸti. Kızı Cemre de izlemek istiyordu. Kızı okula gidiyordu. Çok ders veriyorlardı. Bu çocukları okutan öÄŸretmenin diye aklından geçirdi. Sonra saçmaladığının farkına vardı. Kızı Cemre dördüncü sınıftaydı. Bir de oÄŸlu vardı Aras o ise henüz ana sınıfındaydı. Zaman nede çabuk geçiyordu. Çocukların okuma yazma problemleri cemre ile ilgili olanlar vesaire. Telefonu çaldı. Arayan çok deÄŸer verdiÄŸi bir dostuydu. Adama geçenlerde gönderdiÄŸi metni soruyordu. Ondan olumlu olumsuz eleÅŸtiri istiyordu.

​

“Bana gönderdiÄŸin metnin güzel olmuÅŸ” dedi telefondaki dostuna.

​

“Bilgisayara geçerken zorlanıyorum, olsun inatla geçeceÄŸim, ne olacak bakalım, beÄŸendin demek” 

​

“Evet beÄŸendim”

​

“Tahmin et öyleyse, ne olur devamında, etkilemeyecek bir kaç paragraf daha yazdım, beÄŸenirsem katarım gerçi, fark ediyorum yazarken detay tasvirler çok oluyor, bu iyi bir ÅŸey deÄŸil mi?” dedi. Hemen sonra “Sanırım iyi, ‘kadın neden heyecanlıdır?’ hadi bir iki ÅŸey söyle bana,  tamam anlaşıldı bana yardım etmek istemiyorsun” dedi.

​

“Yok yardım etmek istiyorum, metni daha dikkatli okumalıyım”

​

“Senden en kısa sürede haber bekliyorum o halde”

​

“Çok zor bir görev veriyorsun bana”

​

“Sadece bir cümle, tekrar bir daha, lütfen, yönerge ver”

​

“Böyle bir yolculuk için çok önemli bir sebebi olmalı”

​

“Evet, ne olabilir, neyse acil bir yere gitmem gerek telefonu kapatmak zorumdayım, unutma yaz” dedi, telefonu kapattı.

​

Yaz demek kolay tabiî ki senin için ama sonra metnin olduÄŸu e-maili açtı birkaç kez okudu. Sonra belki söyle devam edebilirim dedi ve deftere yazmaya baÅŸladı;

​

“Kadın eski bir dostunu ziyaret edecek, ama bu dostu bunu bilmiyor, haberi yok. Bir sahil kasabası burası, buraya büyük bir hayal kırıklığı sonrası gelmiÅŸ ve yerleÅŸmiÅŸ bu kiÅŸi. Hayatını denize açılıp balık avlayarak kazanıyor. Hayatını kazanmak denmez aslında buna, sadece bir gün daha fazla yaÅŸamak için çabalıyor. Bir gün daha fazla yaÅŸamanın anlamı ise. ‘Nihal’ ona olan derin aÅŸkı, itiraf etmeli zaten bu sebeple bu yere bu inzivaya çekilmiÅŸ, savaÅŸtan kaçmıştır aslında. SavaÅŸmamayı tercih etmiÅŸ. Nihal ise, dünya gözüyle bir kez daha görmek istemektedir. Çünkü hastadır, tüm hayallerini bir mirasyedi gibi tüketmiÅŸtir, yapayalnız kalmıştır kalabalık bir yaÅŸam içinde. Ä°kisinin de yürek sızıları vardır. Evlidir Nihal, iyi bir iÅŸi ve kariyeri vardır. Orta sınıf mensubudur ve gayet iyi bir hayatı vardır üstelik. Ama unutamamıştır bu kasabaya yerleÅŸen adamı, son zamanlarda bir hastalık Nihal’i içten içe tüketmektedir. Bu nedenle eski dostlarını, eski yaÅŸamında iz bırakan insanları teker teker ziyaret ederek bir bakıma helallik almak istemiÅŸtir. Bir tek bu adam kalmıştır. En deÄŸer verdiÄŸi kiÅŸiyi en sona bırakmıştır. Adam hep beklemiÅŸtir sırasını, ama korkmaktadır hayattan ve Nihal’le karşılaÅŸmaktan, derdini balıklara anlatmaktadır, oltalara takmaktadır yüreÄŸini, zaman zaman ÅŸarapla kanatmaktadır yarasını. Yıllar Nihal’i ne kadar güçlü, güzel diri yapmışsa bir o kadar bu adamı aciz, zavallı ve yaÅŸlandırmıştır. Güve bir defa içine girmiÅŸtir Nihal’in ve güve yıllardır adamın içindedir zaten.”

​

Güldü. “Melodram oldu iÅŸte sana” dedi kendi kendine.

​

Dostunun, “Adam hiç evlenmedi mi? Nihal, nasıl hasta, kanser gibi mi?” der gibi olduÄŸunu duyumsadı.

​

Dostuna cevap verircesine, “Hayır adam evlenmedi, hep erteledi, baÅŸka iÅŸleri vardı. Kendini meÅŸgul edecek önemli iÅŸleri, sonra her ÅŸeyi bırakıp buraya yerleÅŸti. Yok adeta kapak attı. Kadın kanser olsun, zaten tedaviden dolayı saçları dökülmüÅŸ”

​

Dostunun yine, “Offf” dediÄŸini duyumsar gibi olmuÅŸtu yeniden.

​

Sanki karşısında dostu varmış gibi, “Peruk takıyor, neden offf dedin?” dedi.

​

Dostunun, “Nasıl anlatılır kanser derdi?” diyeceÄŸini biliyordu.

​

“Anlatmayacak ki” dedi kızgınlıkla.

​

“Yazdık gitti, öyle mi? Sahi ne konuÅŸurlar ki bulursa Nihal aradığı kiÅŸiyi?”

​

“Uzun süre susarlar, bir birlerini süzerler, adamı kayığının yanında aÄŸları onarırken görür”

​

“Otelde mi konuÅŸurlar?”

​

“Yok hayır”

​

“Teknede mi?”

​

“Kayıkçı barınaklarını yakınındaki kulübenin önündeki masada, adam mangal da diyelim balık kızartır”

​

“Kadın ilaç almakta rakı içemez”

​

“Kadında salata falan yapar”

​

“Daha yeni karşılaÅŸmadılar mı?”

​

“Arayı doldur iÅŸte”

​

“Ha, ha, ha, çok hoÅŸsun, duygusal paylaşımları”

​

“AkÅŸam için sözleÅŸince, bu sahne gerçekleÅŸir, zaten her ÅŸey büyülü deÄŸil mi? Nihal için”

​

“Balık salata falan yani, adam, söyleyeceÄŸi her ÅŸeyi söylemesi gerekenleri söylemesin mi? Anlamı yok bu saatten sonra diye düÅŸünmeli öyleyse”

​

“Ä°çinde saklı düÅŸünceler, yıllardır hep söylemek istedikleri, keÅŸkeleri, o ani karşılaÅŸmayla dilden çıkmaz ki”

​

“O halde bir süre kalmalı Nihal”

​

“Evet, kalmalı, kasabayı birlikte dolaÅŸmalılar, birlikte tekne ile balık avlamalılar, bu zamanlarda konuÅŸmalılar. Nihal bir gün adamın yıllardır sakladığı güncesini bulmalı, vs. vs.

​

“O kadar yakın ve sık dolaÅŸacaklar yani”

​

“Güncesini bulduÄŸu gün adam denizden dönmemeli, bir kaç gün iÅŸte. Fırtına çıkmıştır o gün, fırtınada teknesi parçalanmıştır. Adamı aramışlardır, periÅŸan olmuÅŸtur Nihal. Çünkü söylenecek son söz söylenmemiÅŸtir. Adamın cesedi sahilde bulunmuÅŸtur. Kasabanın mezarlığına defnedilmiÅŸtir. Nihal son bir kez mezarın başındadır ve adama sitem etmektedir. Çantasında adamın güncesi olduÄŸu halde kasabadan ayrılır, yine o eski yaÅŸantısına döner. Nihal artık eski Nihal deÄŸildir, hastalığı ilerler.

​

“Hayır ya”

​

“Neden ölmesin mi? Ölmesinler mi?”

​

“Tabi ki, bu saatten sonra öleceklerse de beraber falan ölsünler ne bileyim, teknede kadın da olabilir. ÖrneÄŸin seviÅŸmesinler mi mesela”

​

“Haklısın galiba”

​

“Bu kadar yıl, bunca serüven, ne bileyim”

​

“Nihal ile adam ateÅŸin başında yine sohbet etmektedir”

​

“Evet”

​

“Yakınlaşırlar, hava soÄŸuktur, Nihal adama sokulur”

​

“Olmaz”

​

“Sen yaz o zaman”

​

“Yaz günü üÅŸümek”

​

“Gece”

​

“Ä°htimal” 

​

“Peki, sahildeler, akÅŸam yemeÄŸi yiyecekler, (ilk karşılaÅŸmaları deÄŸildir elbette), kıyıda yürümeye baÅŸlarlar, kumlar hala sıcak, su yavaÅŸ yavaÅŸ serinlemeye baÅŸlar, (daha hızlı yazıyorum deÄŸil mi beklerken sıkılmıyorsun)”

​

“Hayır devam et”

​

“Önce yemek hazırlamalılar ya da var olanı yemeliler, yardım et ne yesinler bu saatte, adam yine de heyecanlıdır, bir kaç kere görüÅŸmelerine raÄŸmen heyecanını susturamaz, hazırda yiyecek bir ÅŸeyler vardır aynı zamanda yeni bir ÅŸeylerde yapabilir. Nihal daha rahat fakat tedirginliÄŸini saklayacak kadar hisseder”

​

“Evet dediÄŸin gibi kumsalda yürümeye baÅŸladılar. Kumsal ıssızdı bu saatlerde. Adam ne kadar heyecanlı ise, kadın da o kadar tedirgindi. Nihal bir ara üÅŸüdüÄŸünü söyledi. Adam Nihal’e ilk defa yaklaÅŸtı, hala ürkekti. Nihal elini adamın beline doladı, adam hala ürkekti, sonra Nihal’in başının omzuna yaslanmasıyla o da artık bu duruma daha fazla” güldü yazar “tuhaf beceremedim cümlenin devamını”

​

“Daha ilk dokunuÅŸunda, bu kadar mı?”

​

“Adam da Nihal’e sarılıyor iÅŸte, bir süre bu ÅŸekilde sahilde yürüyorlar”

​

“Duyguları mı yoÄŸun arzuları mı?”

​

“Her ikisi de olabilir, metin senin, adamın ürkekliÄŸi bitiyor bu sarılışla. Nihal bu yakınlaÅŸmayı saÄŸlıyor. Adam Nihal’i kendisine çekerek kendisinden beklenmeyecek bir ÅŸekilde Nihal’i dudaklarından öpüyor. BeÄŸenmedin yine deÄŸil mi?”

​

“BeÄŸenmek mi? BeÄŸendim beÄŸendim, ilk defa bu kadar yakınlaşınca elbette bir atak yapmalıydı. Nihal ne tepki vermiÅŸtir acaba”

​

“Nihal önce ÅŸaşırıyor, aslında hep istiyor böyle bir ÅŸeyi, hep bekliyor, ta yolculuÄŸa çıkmaya karar verdiÄŸi zamandan beri, ama yinede önce ÅŸaşırıyor, ama kendini bu akışa bırakıyor, zaten zamanı da yok ki, belki de bundan dolayı. Sonra adam mahcup bir ÅŸekilde özür diliyor Nihal’den ve yine sessizce kulübeye doÄŸru yola çıkıyorlar”

​

“Nihal daha hasta olduÄŸunu ve tedaviye baÅŸlatacağını falan söylemedi”

​

Evet, hiç söylemeyecek zaten, rüzgar gibi gelip geçecek adamın hayatından. Adamın yazgısı bu adam da buna itiraz etmeyecek, ama artık daha mutlu olacak”

​

“Evet, Nihal otele döndükten sonra bulabildiÄŸi ilk araçla oradan ayrılacak, halbuki adam bunu bilmeden kulübede Nihal için hazırlık yapmıştır. Otele gider Nihal’i davet etmek için, ama ne yazık ki Nihal yoktur. O da küskün biçimde kulübeye döner. Nihal ve kendisi için hazırladığı sofra başında sandalyede öylece oturarak denize doÄŸru bakar ve içkisini yudumlar. Ä°htimal aÄŸlar.. ‘mutlu aÅŸk yoktur’ tiraf ediyorum ben aÅŸk öyküsü yazamıyorum.”

​

“Daha ne olsun, yazdın bile, fena olmadı. Ben tamamlarım duygusal ve aÅŸka dair sözcükleri”

“Elbette metin senin”

​

“Metin benim, sen kaldığımız yeri unutma, çıkmalıyım”

​

“Otelden apar topar ayrılırken Nihal yine de adam a bir not bırakmıştı, sıkı sıkı tembihlemiÅŸti otel sahibine, 1 hafta sonra adama ulaÅŸtırmaları için” yazar kıs kıs güler. 

​

“Adam Nihal’den ne umut eder ne yazmalı Nihal notta”

​

“Nihal’i sen daha iyi tanıyorsun notu sen kaleme al”

​

Birden kafasının içinde çınlayan sesler kesildi. Acaba çıldırıyor muyum? diye düÅŸünmeye baÅŸladı. Hep bu yoÄŸun çalışmadan olmalı diye düÅŸündü. Tüm bu sözcükleri defterine not aldığını görünce bunun ÅŸaÅŸkınlığıyla sersemlemiÅŸti adeta. BardaÄŸa uzandı. Pet ÅŸiÅŸeden su doldurdu bir adet aÄŸrı kesici alıp su ile birlikte yudumladı. Telefonu sessize aldı, ışığı söndürdü ve yattı. Hemencecik derin bir uykunun kollarına bıraktı kendisini.

​

Hayli zaman geçmiÅŸti o günden sonra. Defterine her yeni not yazmaya çalıştıkça sanki eli ayağı tutmaz oluyor, tek bir cümle bile yazamıyordu. Defteri ÅŸantiyeden ÅŸantiyeye dolaşıyordu kendisiyle birlikte. Yine bir gün yorgun argın dinlendiÄŸi odasına çekildiÄŸinde e-mail’lerini kontrol ederken dostunun yeni bir mesajıyla karşılaÅŸtı. Hemencecik açtı e-maili. Sitemli bir mesajdı. 

     

“Parantez içinde ‘(kabalığımı hoÅŸ görmen dileÄŸiyle) diye yazmıştı. Her zaman senin bana merhaba diyeceÄŸin bir dostum olduÄŸunu sanıyordum. Halbuki yanılmışım, çok ara verdin, itiraf etmeliyim ki senden yardım alacağım, sana soracağım o kadar çok ÅŸey oldu ki busüre içinde. Fakat burada nasıl anlatayım ÅŸimdi? Özellikle de kararsız kaldığım zamanlarda...Bütün bunların hepsi güzel ÅŸeylerdi ama daha iyi nasıl olabilirmiyi tartışabilirdim seninle. Yani… Birçok sevincimi bile paylaÅŸamadım. Birçok seyahat yaptım, metin yazdım-yazmadım (tadı yoktu), Nihal’i hep seyahat ettiÄŸim otellerde bıraktım, toparlamam lazımdı yapamadım… Nihal’in ne yapacağına karar veremedim bir türlü birazda öfkelendim.”

diyordu. Hemen not defterimi açtım, karalamaya baÅŸladım. 

​

“Nihal ne yaparsa yapsın en doÄŸrusunu yapacaktır her zamanki gibi. Bir süre dinlensin otelde. Kendini dinlesin. Sahilde dolaÅŸsın, denizin kokusunu ciÄŸerlerine çeksin. Bir süre sigara içmeyi bıraksın. En azından denesin. En sevinçli anını anımsasın hayatında ve içten gelen coÅŸkuyla kahkahalarla gülsün. Sonra birden bire en hüzünlü olduÄŸu bir anı hatırlayıp hıçkıra hıçkıra aÄŸlasın. Sonra... sonrasını bilmem... gerisini akışına bıraksın. Belki her zamanki gibi belki de her zamankinden farklı. Ama aksın. Su gibi. Renksiz, kokusuz, biçimsiz. Benim gibi.”

Ama adam biliyordu ki, bu yazdıkları kalbi kırılan dostunun yürek sızısını hafifletmeyecekti. Sonra e-maile cevap olarak yukarıdaki satırları yazdı. Yine o baÅŸ aÄŸrısı baÅŸlamıştı. Bir aÄŸrı kesici aldı yeniden su bardağına uzandı. Su ile yudumladı. Dışarı çıktı, ÅŸantiye sahasında tur attı, biraz daha rahatlamıştı. Odasına geçti, her zamanki gibi telefonunu sessize alıp, ışığı söndürdü ve yattı.

​

Åžantiye’de iÅŸler toparlanmaya baÅŸlamıştı. Bu rahatlık içinde yeniden not defterine yazmaya baÅŸlamıştı.

​

“Adam taÅŸradaki evin önünden vadiye doÄŸru iki elini beline koyup bakmaya baÅŸladı. Sonra gelen günü selamlarcasına gözlerini güneÅŸten korudu, hem de uzun uzun baktı, etrafına aÅŸağılarda bir yerlerde ceviz aÄŸaçları vardı ve aslında o anda bu yer adama baÅŸka bir yer çaÄŸrışımı yapıyordu. Mazide kalan günlere. Bir süre önce  “DediÄŸin gibi yaparım” demiÅŸti arkadaşına.

​

 “Arkadaşın çay yaptı mı?” diye bir ses iÅŸitti. “Ben yaptım çayı, ama sen daha güzel yapıyorsun, tecrübe ya da alışkanlık”

​

“BeÄŸeniyordun demek, çay alabilir miyim bir bardak”

​

“Elbette”

​

“Açık ve ÅŸekersiz”

​

“Hı hı, bu yeterli mi? bu dem”

​

“Demi sen ayarla”

​

“Peki nasıl istersen, aslında…”

​

Daha sonra not defterini kapattı. Yazarken hayli yorulmuÅŸtu, malum baÅŸ aÄŸrısı yine baÅŸlamıştı. AÄŸrı kesici aradı kalmamıştı. Dışarı çıktı ÅŸantiye binasındaki çekmecesinde olmalıydı. Her ihtimale karşı olurdu çekmecesinde. Ağır adımlarla ÅŸantiyedeki ofisine doÄŸru ilerledi. Odasına girdi. Çekmecede aÄŸrı kesiciyi buldu bir tane aldı, kalanını çekmeceye bıraktı. Masasında her zaman bir pet ÅŸiÅŸede su olurdu. Kapağını açıp ilaçla birlikte içti. Sonra ofisten dışarıya çıktı. Temiz havayı içine çekti. Odasına yöneldi. Odasına girdiÄŸinde yazma arzusuna yenik düÅŸtü. Defterin başına oturdu yeniden.

​

“Zaman çok çabuk geçiyor”

​

“Evet, bazen çok çabuk geçiyor, bazen de deÄŸil”

​

“Ne tür zamanların çabuk geçmiyor, hangi zamanlar”

​

“Başım aÄŸrıdığında, saÄŸ gözüme kadar sızısı indiÄŸi zamanlarda, ÅŸimdi olduÄŸu gibi”

​

“Çok geçmiÅŸ olsun, geçecek ÅŸimdi biliyorum”

​

“SaÄŸ ol”

​

“Sebebi ne aÄŸrılarının, farkında mısın”

​

“Bilmiyorum, bilmekte istemiyorum”

​

“Ceza verdim,  aÄŸrısın diyorsun”

​

“Yok”

​

“Bu aÄŸrıların da benim tuzum varsa, ne mutlu bana”

​

“Yok senlik bir ÅŸey yok, sadece yoruldum, yedi gün ondört – onbeÅŸ saat çalışmaktan”

​

“Ä°stemediÄŸini yaÅŸamak hoÅŸuna gitmiyor anlaşılan”

​

“Çalışmak hoÅŸuma gidiyor, ancak çalıştığının karşılığını alamamak, uzun süre beklemekten sonuçsuz, ucu açık vaatlerden insan yoruluyor”

​

BaÅŸ aÄŸrısına daha fazla direnemedi adam ve defteri olduÄŸu gibi bırakıp, ışığı söndürüp yattı. Bir rüya görmeye baÅŸladı. Uzun süredir rüya görmüyordu.

​

“AkÅŸam olmuÅŸtu, çok güzel bir gökyüzü vardı, tarifi o kadar ağır, sadece baktı, uzunuzun seyretti gökyüzünü. Çok güzeldi. Masmavi, çivit mavisinden, yıldızlar, ay o kadar parlak ve lodosla çoook yükseklerde savrulan bulut kümeleri, çok uzaklarda, muhteÅŸem.”

​

ÜÅŸür gibi oldu uyandı.“ Rüzgar baÅŸlamıştı, koÄŸuÅŸun duvarlarına çarpıyordu. Sonra tekrar uykuya daldı. Tekrar rüya görmeye baÅŸladı.

​

“Kar yağıyordu, yılın ilk karı. TRT vericisinin yamacı, sis var, kar var. Kış gününde olduÄŸu gibi kar taneleri çok büyüktüler ve çok yavaÅŸtılar. Dışarı çıkıp seyretmeye baÅŸladı, seyretmeyi severdi oldum olası. Sisler altında bir kurt gördü. Kurt ile göz göze geldi”

​

Uyandı birden. Tekrar uyku tutmadı.

 

Adam not defterine son cümlesini yazdıktan sonra defterini kapattı. Kırmızı ÅŸarabından son yudumu çekti. Defterini valizine yerleÅŸtirdi. Arkadaşına her ÅŸey için teÅŸekkür ederek otobüs terminaline gitti. Ä°lk otobüse binerek kasabadan ayrıldı.

Bu sitede yayımlanan öykü ve yazıların bütün hakları saklıdır, izinsiz kullanılamaz. â€‹ Muhammet Demir ©2016 

  • Facebook
  • Twitter
  • YouTube
  • Pinterest
  • Tumblr Social Icon
  • Instagram
bottom of page