top of page
Bu öyk�ü: https://issuu.com/emeginsanati-dergi/docs/158._sayi_eme____n_sanati_e-derg___ Sayfa: 13,14,15 de yayımlanmıştır.

.

Bir Yudum Çay

 

 

             

              O kadın hala çay içiyor mu?

              Bakan görüyor mu?

              Elinde bardak var mı?

              Ya Sehpasında demlik?

 

              Kimseler görmemiştir aslında onun çay içtiğini. Pek tiryakisi değildir. Benim gibi değildir yani. Ancak ne ilginçtir ki her vakit önünde dolu duran bir bardak çayı mutlaka vardır. Ne enteresan değil mi? Hem bardak sürekli dolu ve elinde, ama kimse yudumladığını görmüyor. Baksanız görürsünüz siz de. Hem her bakan görecek değil tabi ki. Aslında haklısınız siz de. Çünkü her bakan göremiyor bardağını. Var yahu var elinde tabi ki her zaman, hem de dolu ve içmeye hazır. Çok tuhafsınız siz de. Görünmez mi bakınca? 

 

              Elbette bakınca görmeli insan değil mi? Ya da hayallemeli. O bardağı. O bardaktaki çayı. O demliği. Siz bilmezsiniz tabi ki. O demlik onca zahmetle alınmıştır. Küçücüktür. İki kişiliktir. Alüminyumdur. Başkaları için değersizdir. İki tane mandal bile etmez eskiciye verseniz. Ama öyle işte. Sehpanın üzerinde demliklerin ardında kalan kısımda bir boş çay bardağı vardır. Bardak ters çevrilmiştir. İçi boş görünür. Oysa o bardak o biçimiyle adeta bir cam fanustur. İçi havayla doludur. Her an bir misafir beklenir. O evde. Ama o misafir bir türlü gelmez. Çay soğur. Çay bayatlar. Yeni bir çay demlenmeli, yeniden beklenmelidir o misafir. Bir yudum dahi olsa tadına bakılmalıdır çayın. Aslında misafir her zaman beklenilendir. Evet, gayet tabi ve doğal olarak konuksever bir ev sahibesi her an bir yudum içirecek çayı bulundurur demlikte. Öyle değil mi?

 

***

 

               - "Otur karşıma" der kadın.

 

               + “Emreder gibi mi?”

 

Usul, usul sallanan sandalyenin diğerine ilişir konuk.

 

              -"Yok, emir değil kadının yaptığı, sadece alışkanlık, ağız alışkanlığı."

 

              Fanus artık açılmış hava karışmıştır diğer ortamda olanlarla. Kadın çayı köpürtmeden hem de tam deminde doldurur bardağa. Zaten bilir nasıl içtiğini konuğunun. Bu bir önsezidir belki de. Bilir. Sesiz ve de usulca çaylarını içerlerken karşılıklı olarak.

 

***

 

              Sessiz ve usulca içtiler çaylarını. Hâlbuki konuşacak o kadar çok şey vardı. Ama onlar konuşmadılar. Konuşmadılar ama sessizce birbirlerini dinlediler. Bu anın hiç bitmemesini dilediler içlerinden. Ve hep sessiz ve dertliydiler. Hâlbuki dert çoktu ya çare. Elbette çare de çoktu. Sessizce hallettiler her şeyi. Saatin tik takı da olmasa. Şu dışarıdaki meltemin ağaç dallarında ve yapraklarında yarattığı ses olmasa. Şu kuşun cıvıltısı olmasa. Şu tıp tıp akan musluğun sesi olmasa. Bir çalışıp bir duran buzdolabının sesi olmasa. Şu bardaktan yudum yudum içilen çayın sesi olmasa. Ama hepsi vardı.

 

              "Evet, evet haklısın hepsi vardı." Ve bunun için bile yaşamaya değerdi. Bunun için bile karşılıklı olarak saatlerce sessiz ve derin derin oturmaya değerdi. Bir demlik çay demlenmeye değerdi. Her şeye değerdi. üç - iki - bir - ve sıfır diye geriye saymayı tamamladılar içlerinden. Peş peşe sorularla birbirlerini soru bombardımanına tuttular. İşte o anda sessizlik bozuldu. Ama büyü asla bozulmadı. Diğer sesler kayboldu evin duvarlarında. İkisinin sesi kaldı. Sadece ikisinin sesi. Ve kapı çalındı. Ev sahibesi kapıya doğru yöneldi. Misafir huzursuz oldu. Ev sahibesi kapıyı açtı ama kimsecik yoktu ortalıkta. Sağa sola bakındı. Yoksa düş müydü bu. Kapıyı kapatıp içeri doğru yöneldi. Ama odada kimsecikler yoktu. Misafirini aradı köşe bucak. Masaya baktı. Kendine doldurduğu çay bardağı vardı. Konuğu için doldurduğu çay bardağına gözü ilişti. Bardak ilk masaya koyduğu gibi idi. Ters çevrilmiş bir vaziyette. Sonra koltuğuna çöktü. Sallanmaya devam etti. Yapayalnız ölecekti. Nice sonra bir sesle irkildi. Birisi cama taş atmıştı. Koştu cama doğru ama kimseyi göremedi. Eğildi. Taşa bir kâğıt sarılıydı. Kâğıdı açtı ve okudu. “Merhaba” diyordu notta “Merhaba kendine iyi bak. Bir dahaki sefere söz geleceğim” diyordu. “Geleceğim ve çayımızı birlikte yudumlayacağız. Saatlerce konuşup, saatlerce susacağız” diyordu. “Ama şimdi değil.” Yine aynısını yapmıştı. Tekrar sallanan koltuğuna oturdu. Kumandanın düğmesine basarak TV’yi açtı. Niyeti TV dinlemek ya da seyretmek değildi. Sadece kafasını dağıtacaktı. Zaping yapıyordu durmadan. Ama birden durdu. Adı yazıyordu beklediği konuğunun. Adı bir kazaya karışmıştı. Tam da ona geleceği yol güzergâhında olmuştu olay. Bir otomobil bir yayaya çarpmıştı. Ve oracıkta ölmüştü genç adam. Elinde ise sıkı sıkıya tuttuğu bir paket vardı. Görüntüler karıştı allak bullak oldu. Oraya olayın olduğu yere doğru evden apar topar çıktı.  Daha doğrusu çıkmak için kapının koluna asıldı. Ama. Ama kapı açılmıyordu bir türlü. O kadar heyecanlanmış ve paniklemişti ki. Oracıkta düşüp kafasını yere çarptı.

 

              “Merhaba” diyen bir ses duydu. Tatlı bir ses. Tanıdık bir ses. Bu ses onundu. Arkadaşının sesiydi. Ama o ölmemiş miydi? Elinden tuttu arkadaşı ve onu oturtturdu. “Sen beni çay içmeye davet etmiştin ama kısmet benim seni çaya davet etmemmiş” dedi arkadaşı. Ve taze demlenmiş çayla dolu bardağı uzattı. Sonsuza kadar sohbete zamanları vardı artık.

 

***

 

              Sana ne o kadının çay içmesinden. Sen hiç bana çay demledin mi ki kadının çayını şekerini merak ediyorsun. Latife yapıyorum tabii ki. Dün Latife’nin yanındaydım. O sordu “eşin öğrenmiş mi kadının çay içip içmediğini” bende “beraber içmişler” dedim. Ben çay sevmem bilirsin hatırlatayım dedim. Unutmuşsundur sen şimdi. Hadi çay oldu seni bekliyorum. Güzel demekten sıkıldım. Birde böyle yorum yapayım dedim. Sen şekersiz içersin biliyorum. Arada sırada bal katarsın çayına. Her zaman ki gibi gülerim. Sana soruyorum şimdi; Çayını ballı mı? Şekersiz mi? İçersin. Bilmiyorsan öğren. Ben soğuk ve şekerli severim. Tamam, hadi ne durup gülüyorsun alttan alta. Gelsene artık ya... Sen nazlanmayı da seversin. On beşlik gelinler gibi. Bende senin o halini seviyorum işte. Anlıyor musun beni. Senin için bir çay önemli bir de ben, artı çocuklar. Ha unutmadan bir de kadim birkaç eski dostun. Hep diyorum ben sen “grisin” ben ise “kırmızı”. Tabii kırmızı olsun beş fazla olsun değil mi yani. Farkımız ortaya çıksın. Seni çok ama çok seviyorum. Abartmadım değil mi? Sen şimdi sinir olmuşsundur. Ama. Ama bana bir şey diyemezsin. Biliyorum. Çünkü sen de beni çok seviyorsun. Her ne kadar da sık sık söylemezsen de ben bunu biliyorum. Bu bana yeter. 

 

***

 

              Sen de çok iyi bilirsin ki. Benimkisi laf cambazlığı. Ya da gönlün sohbet etmesi gibi bir durum. Yoksa “çay” burada bahane. Kala kala kim kaldı ki hayatımda. Sen, çocuklar, birde birkaç kişi. Bir elin parmakları bile fazla geliyor artık saymaya kalkınca. Ya. Ya o kadim zamanlar. Nerde kaldı? Nereye gitti? Eleğin delikleri bu kadar kocaman mıymış? Elek mi? yoksa. Felek mi? Seni seven biri olacak hep hayatında, yanı başında. Tıpkı benim yanı başımda ve hayatımda beni seven senin gibi biri olduğu gibi.

Bu sitede yayımlanan öykü ve yazıların bütün hakları saklıdır, izinsiz kullanılamaz.  Muhammet Demir ©2016 

  • Facebook
  • Twitter
  • YouTube
  • Pinterest
  • Tumblr Social Icon
  • Instagram
bottom of page