

Yoksul Adamın Zengin Düşleri / he rich dreams of a poor man ...
Zaman zaman yapmış olduğum küçük maketleri paylaşıyorum sanal dünyada. En son paylaştığım bir maket için arkadaşım “Çocuklukla mimariyi birleştirmek güzel olmalı.” diye bir yorumda bulundu. “Evet haklısın. Hayatta hep amatör kaldım. Amatör kalmak aynı zamanda bir yanıyla çocuk olarak kalmak değil mi?” diye düşüncemi yazdım. Geriye baktığımda hayatta hep amatör bir ruha sahip oldum her zaman. Amatör olmak benim için o hep içinde yaşattığım çocuk elbette.
Sosyal medyada bilip bilmeden bir linç kampanyası başlatılmıştı. Altı yıl önce basılmış bir kitap üzerineydi yaygara. Malum medyaya yansıyan çocuk tacizi, cinayetleri, pedofili olayları gündemdeydi. İlgili kitabı okumamıştım. Bir arkadaşın aktardığı kadarıyla yazar ABD’deki bir akımdan, “Kirli Gerçeklik Edebiyat Akımı”ndan esinlenmiş. Hepimizin yakından bildiği önemli temsilcilerinden birisi Bukowski. Bukowski’nin bir takım metinlerini okumuştum. Ancak ne var ki bu yazar arkadaşın aktardığına göre her ne kadar kitabının önsözünde yazarın kendi yazın manifestosunu açıklamış olmasına rağmen böylesi pedofoli içeren bir öyküyü yazması kendisi için tutarlı olsa da benim için gayri etik geldi. Örneğin Bukowski vari bir metin kaleme almış olsaydı bu kadar gayri etik olmazdı. Elbette yargısız infaz yapmamak için ilgili kitabın tamamını okumak ve incelemek gerekir diye düşünüyorum.
Yine de sosyal medyada paylaşılan tek bir sayfadan okuduğum ve iğrendiğim kadarıyla şöylesi bir sonuca vardım. Böylesine korkunç satırlara sahip olan birtakım metinlerin olduğu böylesi bir kitabın yayınlanmasından anlaşılıyor ki. Eğer varsa yayın evi editörü tarafından metin okunmamış, okunmuş olsa bile etik itirazı olmamış. İtirazı olsa bile yayın evi sahibi ve yöneticileri ne yazık ki suçlama yapmak istemem ama başıma geldiği için biliyorum. İlgili yazar baskı ücretini gibi. verdiği için olmalı yayın evi tarafından basılmış ve piyasaya sürülmüş ve altı yıl boyunca kitabevi rafları ve sitelerinde boy göstermiş diye düşünüyorum. Bu yargı tamamen beni bağlar. Her şeye rağmen böyle bir yargıda bulunmam beni ne kadar masum kılar ki.
Yaşadığımız coğrafya diyoruz. Ülke, vatan, memleket, yurt gibi kavramların aidiyet içerdiği için böyle bir kavram üretmiştik yıllar önce. Çünkü dünya bir bütün ve bizler bir ana ve babadan dünyaya geldiğimiz onların yaşadığı bir yerde dünyaya gözlerimiz açmış olduğumuz için bu böyle. Yaşadığımız coğrafya bunu anlatıyor. Konuştuğumuz dil gibi. Malum konuştuğum ve yazdığım dil anne ve babamın konuştuğu ve yaşadığımız coğrafyanın sınırları içinde resmi olarak kabul edilmiş bir dil olduğu için sıkıntı çekmedim bu zamana dek. Ama yaşadığımız coğrafyada anne ve babasının dilini konuşmayı öğrenen çocuklar okula gittiklerinde resmi konuşulan dil ve yazıyı öğrenmek zorunda kalmışlardı ve buna itirazları vardı. Bu dinleri, mezhepleri, yaşam tarzları için de böyleydi. Bunun farkına üniversite yıllarında varmıştım. Onun için “Yaşadığımız coğrafya” tanımı bana dünyalı olma, ait olma eylemini/praksisini bağışladı.
Bu günlerde yaşadığımız coğrafyada “yeni düzen” bir türlü kurulamıyor. Kapitalizmin yapısal krizinin etkilerinden bağımsız değil. Sistem içi değişim için işbirlikçi büyük sermaye ve Asıl Devlet Partisi’nin mevcut hükumetten desteğini çekerse değişim gerçekleşir.” diye düşünüyorum. Ancak bu değişim bizim anladığımız anlamda işçi ve emekçiden yana bir düzen değişimi asla olmaz. Sistemin kendi içinde bir restorasyon olur. Her zaman olduğu gibi acı reçeteyi işçi emekçiler üzerinde uygularlar. Malum “Kapıkulları”nı ne diye besliyorlar sanıyorsunuz. Dün olduğu gibi bugün de şöyle düşünüyorum; "Daha önceki yaşantınız, aileniz, çevreniz, eğitiminiz, mesleğiniz, düşünce ve idealleriniz ne olursa olsun; Kapıkulu olarak devlet aygıtının içine girdiğiniz andan itibaren mevcut düzenin maaşlı bekçisi olursunuz. Artık tek işiniz değişimi engellemektir. Çift kişiliğiniz olmak zorundadır yoksa barınamazsınız, barındırmazlar sizi. Duruma göre 'İyi' ve duruma göre 'Kötü' iki maskeniz vardır daima yanınızda. Gidişattan memnun olanlar için iyi bir insan maskesi takmak zorundasınız yüzünüze, gidişattan memnun olmayanlar için ise kötü bir insan maskesi. Burası, bu kapının arkası insanın insanlığını ardında bıraktığı yerdir." Kapı kulları ve diğer köleler. Korkmayın bu kadim ceberrut devlet asla batmaz. Batırmazlar. Hükumet ortaklarından birisi; “…Karargâhımızı İstanbul’da kuracağım. Yani İstanbul'a mitili atacağım.” diye demeçte bulunuyor. Döşek, yorgan demek istedi herhalde. Mitil yorganın yüz geçirilmemiş hali. Annem, ninem ve komşularımızdan hatırlıyorum da şeker çuvalı bezinden falan da dikilirdi. Hükumet ortağı şahıs zaten söylemlerinde deyim ve özdeyişleri sık sık kullanıyor. Popülizm işte.
Yukarıda satır arasında değindiğim "Asıl Devlet Partisi" söylemini açmam gerekiyor. Bu tanım aslında bana ait değil Fikret Başkaya’ya ait. Yaşadığımız coğrafyada düzen değişikliği gibi bir takım tartışmaları açanlar, yöneten ve icra edenler asla hükumetler ve muhalif partiler değildir. Tartışmayı açan Asıl Devlet Partisidir. Bizim gibi doğu toplumlarında böyle bir gelenek vardır. Dolayısıyla soldan ve sağdan dillendirilen şu meşhur "demokrasi" yani "batı demokrasisi" bizde lafzidir, hayaldir. Bizde geçerli olan "doğu tarzı" demokrasidir. Bu tip demokrasilerde hükumetler, partiler, kişiler gelip geçicidir. Baki olan Asıl Devlet Partisi'nin ne istediğidir. Beka, dış ve iç tehtid gibi denilen ve dillendirilen şeyler bunu anlatır. Bu budur.
Devrimci olmak başka solcu olmak başka. Aynı şey Saadet partisinin söylemlerinde sol ve düzen değişikliği gibi söylemler var bu durumda Saadet partisi solcu mudur? Sorun şu ki; Türkiye'de "Sosyalist Hareketler" dün olduğu gibi bugün de iktidarsızdır. İlla birilerinin ardına takılacaklar. O halde birilerinin peşine takılanlar, peşine takıldıklarından şu taleplerde bulunsunlar. Örnek olsun “Ulaşım, eğitim, sağlık, temel ihtiyaçlar, kreş, hasta bakım ve huzur evleri, su, doğalgaz, ısınma, barınma ve en az yılda bir tatil kampı vb. sosyal ve temel insani haklar ücretsiz ya da asgari ücretin yüzde onunu, yirmisini, geçmeyecek miktarda olmalı. Yönetici olarak seçilenler süresi beklenmeksizin geri çekilebilsin. Yöneticilerin maaşı net asgari ücret miktarı kadar olsun. Çalışabilecek yaşta, güçte ve yetenekte olan herkesi istihdam etmek için günde dört saatlik iş günü” gibi. Bu liste daha da uzatılabilir. Bu ise mümkün.
Evet, daima amatör kaldım. Amatör kalmaya da devam edeceğim. Hayatta her işimde ve çabamda hep yenik olarak başladım, çocuk olarak kaldım.