

Herkes Nereye Gitti
​
Ancak insanlar çocukturlar ve her soru bir baÅŸkasına babalık yapar.
Ä°ÅŸyerimde e-maillerimi kontrol ederken uzunca süredir haber alamadığım bir arkadaşımdan gelen bir maili fark ettim. Maili açtığımda;
“Bana Ä°stiklal’ de balık ısmarlayacakmışsın. Yanında buz gibi bir bira olacakmış. Bir sahil lokantası da olabilir. Ya da bir balıkçı kayığının yanında. Bir masa, bir tabure, bir kaldırım taşı, ama olursa manzaramızda boÄŸaz köprülerinden birisi olsun. Karşı yakayı görebileceÄŸimiz bir panoramik yapıda olursa sevinirim. Bir yanda galata, bir yanda ise köprü. Olur mu? Bulunur mu? Böyle bir yer. Bulursak böyle bir yer. Orada saatlerce sus pus otururuz. Manzaraya karşı balıklarımızı yer, biralarımızı içeriz. Mümkündür bu anlarda üzülürüz, hüzünleniriz. Ama üzüldüÄŸümüzün ve hüzünlendiÄŸimizin farkına bile varmayız. Sonraki günlerde nezle oluruz, grip oluruz, nihayetinde iyileÅŸiriz. Ne dersin.
Sonra kenti dolaÅŸmaya çıkarız. SevdiÄŸin mekânları bana gezdirirsin. Mekânlarla ilgili anılarını, öykülerini anlatırsın. Ya da ne bileyim anlatmazsın. Kâh bir yerde oturur çay içeriz. Kâh bir yerde güvercinlere yem atarız. Kâh hüzünlenir, kâh seviniriz. Mümkündür.
Bir çocuÄŸa renkli, uçan bir balon alırız. Hatta kendimize de birer adet uçan balon alırız. Hop, onu gökyüzüne salarız. Salınarak uçuÅŸunu, ufukta kayboluÅŸunu seyrederiz. Hatta bunu bir vapurun güvertesinde yaparız. Denize dalıp çıkan, vapuru takip eden Martılara çeÅŸitli nitelemelerle sataşırız. Vapurun yanaÅŸtığı iskelede midye yeriz. Bir köprüden geçeriz. Bu geçiÅŸ esnasında denizi ve balık tutmak için olta sallayanları seyrederiz. Rastgele deriz onlara. Rastgele… Sokaklardaki sergilere bakarız. Belki de birbirimize abuk sabuk hediyeler alırız. Bir günü de böyle yaÅŸarız.” Diyordu.
Bende “Elbette neden olmasın muhakkak bir gün gel bekliyorum” diyerek maili yanıtladım.
Mesaim bitince iÅŸ yerinden çıktım. Ä°ÅŸyerimin yakındaki parka geçtim. BoÅŸ bir banka oturdum. OturduÄŸum banka bir Çingene kadın yaklaÅŸtı. “Falına bakmamı ister misin AbiciÄŸim” dedi. “Ä°stemem” dedim. Bu tepkim karşısında uzaklaÅŸan falcı kadının arkasından bir süre baka kaldım. Aniden “Hey” diye falcı kadına seslendim. “Hadi gel de falıma bak” dedim… Aslında bugün baÅŸka niyetlerle evden çıkıp iÅŸe gelmiÅŸtim. Evdekilere mesai bittikten sonra ÅŸehir dışına çıkacağımı söylemiÅŸtim. Åžehir dışı… Ama mesai bitiminden sonra bir süre dinlenmek için uÄŸradığım parktaki bu bankta nerdeyse bir saattir oturmuÅŸ etrafımı seyrediyorum. Güvercinler, serçeler, insanlar, insanlar… Genç, yaÅŸlı, çocuk, kız, erkek, kadın, ÅŸiÅŸman, zayıf, kısa, uzun, esmer, sarışın, kumral, kır saçlı, kâh makyajlı, kâh makyajsız, kâh kirli, pasaklı, kâh şık, çıtkırıldım. Ve dediÄŸim gibi ben biçare bu bankta oturuyorum. Kaçıncı kez "abi ayakkabılarını boyayalım, parlatalım, tozunu alalım"lar. "Taze kavrulmuÅŸ çekirdek"çiler. "Süt gibi mısır"cılar. "Hemencecik ÅŸipÅŸak foto"cular… Falcı kadın elimi avuçları arasına alarak, "ne ise halin, o çıksın faalin" diyerek baÅŸladı anlatmaya. “Ne kadar karmaşık bir ruh halin var. Aslında kendi durduÄŸun yerden haklısın da. Hiçbir ÅŸeye ve kimseye kendin dâhil güvenmiyor, güven duygunu yitirmiÅŸsin. Dandik bir durum abiciÄŸim. Nasıl yardımcı olabileceÄŸimi bilemiyorum. BildiÄŸim tek ÅŸey kiÅŸinin kendisini buna hazır hissetmesi. Ama sen kendini hep olumsuza endeksliyorsun. Hayata olumsuzdan bakmak, kuÅŸkulanmak, hissettiÄŸini dahi hissetmemek. Senin öykünde burada baÅŸlıyor. Bir öyküye baÅŸlaman gerekiyor. Sana ve onlara dair bir öykü. Bu öykü ile ruh sıkıntılarına deva olabilirsin abiciÄŸim.” Neler yumurtluyor bu kadın. Ne saçma ÅŸeyler anlatıyor. Falcı dediÄŸin baÅŸka ÅŸeyler söyler. Saçma ÅŸeylerdir söylediÄŸi ama. Üç vakte kadar beklenir. Ama neyse ne. Yine de bu kaba saba görünüÅŸüne bakıldığında tahmin edemeyeceÄŸiniz bir yumuÅŸaklıkta ve küçüklükte elleri var. Tenine tezat bir yaratılışta bir çift el. Gözleri de ne kadar güzel öyle. Maviden, yeÅŸilden, griden tonlar taşıyan ışıl ışıl bir çift göz. Hele sesi, yeÅŸillikler içinden akan ve ileride gölcük oluÅŸturarak içinde binlerce nilüfer adacığı oluÅŸturan duruluktaki bir dere gibi. Ä°nsanın aklını başından alacak bir çekiciliÄŸi var. O ÅŸiÅŸman, deforme olmuÅŸ, bakımsız, pis kokulu, yaÅŸlı fiziÄŸine karşın böyle. Ben bu duygularla gerçeklikten uzaklaÅŸmıştım ki. Falcı kadın elimi çoktan bırakmış ve vereceÄŸim parayı bekliyordu. “Hey abiciÄŸim paramı vermeyecek misin?” diyen sesiyle kendime geldim. “Pardon özür dilerim kaç para.” “Gönlünden ne koparsa be abiciÄŸim.” dedi. “Buyur” diyerek cebimdeki bozuklukları avucuna bıraktım. Pek memnun olmamışa benzese de parayı alıp baÅŸka diyarlara doÄŸru yol aldı. Ama ben her zaman böyle bir tanımsızlıkta kantarın topuzunu bir türlü tutturamaz ve sonuçtan hep üzüntü duyarım. Yine böyle olmuÅŸtu. Sonra oturduÄŸum banktan kalkarak hızlı/ağır adımlarla yıllardır her sıkıntı ve sevincimde gitmeyi alışkanlık edindiÄŸim açık hava birahanesine doÄŸru yola koyuldum…
Ä°ÅŸte birahanenin o sevdiÄŸim köÅŸesindeydim yine. Garson’un “Ne içersin” sorusuna “Her zamanki gibi soÄŸuk bir bira ve patates cipsi” rutinliÄŸiyle cevap vererek sipariÅŸimi veriyorum. Rutin bu olmalı herhalde. Nihayet bira ve cips geliyor. Cipsten bir adet alıp aÄŸzıma atıyorum ve üstüne bir yudum birayı boca ediyorum. Oh be... YaÅŸa... Varol... Sonra her zamanki alışkanlığımla bira bardağını seyre dalıyorum. O kabarcıkları seyrediyorum. Bira bardağının dibinden yüzeye doÄŸru yolculuÄŸa çıkan o her biri diÄŸerinden eÅŸ zamansız hareket eden, ama bu eÅŸ zamansızlığı telafi edercesine bir rekabet ve yarış içerisinde davranan o kabarcıklar. Bu modda iken bu kabarcıklara dalarak hayaller kurarım. Bu süreç adeta bana en iyi sakinleÅŸtiriciden, en iyi dost tavsiyesinden ve hatta en iyi dosttan bile daha iyi gelir. "Senin için anlamsız olabilir ama öyle iÅŸte. Bu küçük ÅŸeylerin tanrısıdır öyle bil sen de." Bu açık hava birahanesini, bu köÅŸeyi ve buz gibi bir bardak bira eÅŸliÄŸinde aÄŸzımda dağılan çıtır çıtır patates cipsini ve en önemlisi bira bardağımın dibinden sanki yoktan var olan ÅŸu kabarcıklar. Sadece bu kabarcıklar beni anlayabiliyorlarmış gibi gelir o anlarda. Bu bir bakıma inançlı insanların imanının yaÅŸattığı ruh huzurunun bende ki karşılığı. Tıpkı benim düÅŸüncelerim ve serüvenlerim gibi bir nebze soluk almak, ama ne yazık ki tam nefes aldıklarında yaÅŸama veda etmek. Tüm yaÅŸamımda karşılaÅŸtıklarım gibi. Kendim gibi. Tüm dostlarım gibi. Kâh kendi başıma, kâh çeÅŸitli dostlarımla yaÅŸadığımız o serüvenler gibi. Bir yudum bira ve bir cips. "Oh be yine tazelendim." Åžimdi sıra bu mekânı ve bu mekânı ÅŸenlendiren insanları seyretme zamanıdır benim için… Ama her zaman olduÄŸu gibi her ÅŸey bir süre sonra bulanıklaşır.
Masama teklifsizce elindeki bira bardağıyla bir adam oturdu. “Merhaba” dedi. “Ä°çeriden yeni çıktım. Babam ölmüÅŸ. Milyonlarca lira borç bırakmış. Babam Tarık Akana benzerdi. Depremde evimizin tüm duvarları çatlamış. Karım benden boÅŸandı. Kızım ÅŸu an yedi yaşında. Annesi onu bana göstermiyor. Kitap okumayı severim. Hapiste Abdi abi vardı. Üç sandık kitabı vardı. Adam iki defa müebbet almış. Entelektüel bir katil anlayacağın. Hayatta aÄŸzına bir damla dahi içki koymamış. Namazında niyazında bir adam. Allaha inanır mısın Abi… Åžey her halde ben de inanmıyorum. Ama öldükten sonra ya varsa diye bazen karabasanlar basıyor. Biliyor musun ben ÅŸizofreniyim. Bak ÅŸu tımarhanedeki düÅŸünen adam heykelinin karşısındaki bankta oturup saatlerce bu heykeli seyrettim ben. Sigarayı bıraktım. Ama içkiyle iyi gidiyor. Sen sigara içmiyorsun.” Diyerek masadan yan masadaki adama seslenerek. “Affedersin bir sigara verir misin. Bir de ateÅŸ.” Ä°stedi. Tekrar konuÅŸmaya baÅŸladı. “Suçum siyasi gibi bir ÅŸeydi. Bir bavul döviz (süpermarino) ama yakalattım. Üç yıl verdiler. Ä°lk suçum deÄŸildi. Ben barmenim. Bu sanatçı takımı beÅŸ para etmez. Yakalanmasaydım paÅŸalar gibi yaÅŸayacaktım. Kim bilir. Bu kadar sefil dolaÅŸmam mali polisi atlatmak içindir. Biliyor musun benim adım Erdal. Ama sen yine de Serhan olarak bil. Bir gün başın belaya düÅŸerse Ulucanlarda cezaevinde üçüncü koÄŸuÅŸta benim adımı ver. Rahat edersin.” Daha sonra yine teklifsizce geldiÄŸi gibi masamdan kalkarak hızla uzaklaşıp meyhaneden çıkıp gitti.
Aniden ÅŸimÅŸek çaktı, bir süre sonra gök gürledi. Ä°ÅŸte o anda ilk birkaç damla Açıkhava meyhanesinin üstünü örten sac levhalara çarpmaya baÅŸladı. Ardından bardaktan boÅŸanırcasına bir yaÄŸmur baÅŸladı. bardağımdaki biramdan bir yudum daha aldım. SokaÄŸa bakan taraftan hızlı adımlarla bir kadın meyhaneye daldı. Biran gözlerimiz çakıştı. Hiç tereddüt etmeden masama gelip oturdu. Islak saçlarını eliyle arkaya doÄŸru tarayıp paket lastiÄŸiyle arkada topuz yaptı.“Merhaba ben Ezgi sen Muhammet olmalısın. Bana bir votka bira ısmarlarsan hayır demem” dedi.“garson bayana bir votka bira, benim biramı da tazele”
Dalgalı kızıl saçlarını biraz önce arkadan topuz yapmış olan bu orta yaÅŸlı kadına. “Kimsin” dedim. “Beni nerden tanıyorsun.” “Ben Ezgi dedim ya. Sus ÅŸimdi. Bak bu yaÄŸmurun Ezgisi. Hadi fondip yapalım.” “Peki Ezgi.” Dedim ve ikimiz birlikte bir dikiÅŸte içkimizi bitirdik. “Hadi hesabı öde de yaÄŸmurun tadını çıkartalım” dedi. “Peki, başımın belası” diyerek hesabı ödedim. O sokaÄŸa çıkmıştı bile. Koluma girerek başını omzuma dayamış bir halde bir ezgi tutturmuÅŸtu. Daha önce bu ezgiyi duymamıştım. Saatlerce yaÄŸmurun altında yürüdük. Adeta sayıklar gibi konuÅŸmaya baÅŸladı. “Kendisini odaya kapatmış bir insan… Anlıyorum galiba. Hiçbir biyolojik canlıyla irtibatı yok. Tüm duyularını kaybeder elbette. Aynı zamanda zaman kavramını, entelektüel yeteneklerini. Kısacası insanı insan yapan tüm yetilerini. Bir gün sokaÄŸa çıkmaya cesaret eder. Ä°lk önceleri kısmi bir körlük yaÅŸar. Artık kaybettiklerini bulmalıdır. Tüm bu süreçte hafızasını kaybetmiÅŸtir. Çünkü hafıza toplumsallık içinde kazanılır. Tutunacak bir biyolojik canlı arar. Devamlı tökezler. KimliÄŸini, benliÄŸini, geleceÄŸini arar. BaÅŸvurduÄŸu adreslerden geri çevrilir. Ama o yine de aramayı sürdürür. DiÄŸer biyolojik canlılar benzerleriyle beraberdir. Toplum ise deyim yerindeyse fassfoot’laÅŸmıştır. Yani her ÅŸey ayaküstüdür. Kimse boÅŸuna zaman kaybetmek istemez. Artık zaman nakit olmuÅŸtur. Ama her ÅŸeyini kaybeden insan için zaman nedir ki? Toplumla bir anlamda antagonist çatışma halindedir. Arayışını her türlü engele raÄŸmen sürdürür. Neden yalnız olsun ki bu dünyada. Ä°yi, kötü, güzel, çirkin, hoÅŸ, nahoÅŸ bir benzeri bulunacaktır elbet. Özgürlük zorunlulukların çemberinden çıkabilmek deÄŸil miydi?”
Sonra birden sustu. Daha bir sıkı sarıldı koluma. Bir süre daha yürüdük yaÄŸan yaÄŸmur altında. Sonra ÅŸehrin bilmediÄŸim bir yerinde durduk. El kaldırıp bir taksi durdurdu. “Muhammet. Bazen insan kendisinin bir odaya kapatılmış olduÄŸunu duyumsayabilir. Fakat bu öyle bir duygudur ki gerçek yaÅŸamda hiçte bir odanın içinde yaşıyor gibi bir izlenim bırakmaz. Akıllıdır, soÄŸukkanlıdır, insanların fikir danışacağı birisidir. Hatta o duygusu, hissi olmayan bir yaratıktır. Onun duygusu olmamalıdır. Onun misyonu kalubeladan beri belirlenmiÅŸ gibidir. Ama hiç de onların tanımladığı biri deÄŸildir. Her gün, her an yitmekte, yıpranmakta, kendi kendisini hırpalamaktadır. Karıncayı bile incitmeyen bu kiÅŸi kendisini an be an incitmektedir. Kendisini acımasızca kanırtmaktadır. Çünkü o da bir insandır. Ä°nsan sadece insan. Bir odaya kapatıldığını duyumsayan bu insanın haliyle hiçbir biyolojik canlıyla irtibatı olamaz. Böcekleri saymazsak. Bu ise kiÅŸinin tüm duygularını kaybetmesine yol açar. Giderayak gevezeliÄŸim tuttu iÅŸte. Sana her ÅŸey için teÅŸekkürler” diyerek sarıldı bana. Ve tıpkı geldiÄŸi gibi gitti.
Ä°lginç yaÄŸmurda dindi birden bire. Yine çok içtim galiba. Terminale doÄŸru yürümeli…
***
Nihayet otobüsteyim. Yıllar sonra yüksekokulu okuduÄŸum kente doÄŸru yol alıyorum. Amaçsızca bir yolculuk. Ä°ÅŸte bu köydü. “Köyün giriÅŸinde inecek var… Valizim yok. Yanımdaki bu çantadan gayrı.” Zifiri karanlıkta ve ayazdan donmuÅŸ, tezek kokan yolda ilerliyorum. Ä°ÅŸte ÅŸu çiti geçince eve varacağım. Kapıyı çalmadan içeriye giriyorum. Gözlüklerim hemen buÄŸulanıyor. Gözlüklerimi çıkartıyorum ve miyoplu gözlerimle hane halkını selamlıyorum. “Merhaba.” Önce ÅŸaşırıyorlar beni karşılarında görünce. Seviniyorlar. Kucaklaşıyorlar. GözlüÄŸümün buÄŸusunu gömleÄŸimin kumaşında siliyorum. Kulaklarım ile burnumun daha fazla hasret çekmemesi için gözlüÄŸümü yeniden takıyorum. Artık daha rahat görebiliyorum. Bu çocukluÄŸumun anneanne ve dede evi tıpkı bıraktığım gibi. Aynı koltuklar. Aynı kapılar. Aynı vitrin. Aynı kanepeler. Ama ben kırlaÅŸmış saçlarımla yıllar önceki aynı ben deÄŸilim.
***
Sahi hiç kimse yok mu? Herkes nereye gitti?