top of page

Işıklı Yol

              Küçüktüm… Işıklı yolda yol aldım… Hiç büyümedim…

             

              Küçüktüm evet. Şehre inmiştim arkadaşlarla. Okul ödevimiz vardı. Batılılaşma mevzusunda. Kütüphane şehirde idi. Kalabalıktı. Her yer kalabalık. Ben küçüktüm ve hepten küçülmüştüm sokaklarda. Her şey ne kadar heybetliydi. Korktum. Kaçtım. Küçüktüm evet. Toydum. Alışık değildim. Halbuki emeklemeden, yürümeden, koşmadan önce bisiklete ve tekerlekli patene binmeyi öğrenmiştim. Bisikletimle hızla yokuş aşağı inerken önce bir elimi sonra diğer elimi, ellerimi bırakmayı öğrenmiştim. Rüzgarın vücudumu yalayıp geçmesinden, dişlerimin sızlanmasından hoşlanıyordum. Mizacımın aksine hıza tutkundum. Bu anlarda hiç düşmedim… Kente bir kez daha gittim. Bir daha, bir daha. Artık büyümeliydim. Sonra şehirden şehre, ülkeden ülkeye gittim. Oradan oraya sürüklendim. Yaşıma göre çok yüksek yerlere kadar çıkıp, binlerce kişinin kaderini kendi kaderimle bütünleştirdim. Hiç kimseyi kendi emellerim için zorlamadım. Ama hep toydum, amatördüm. Hep inanmış ve hep hırpalanmış…

 

              Buradayım şimdi. Bu vadide. Gözlerim hep ufukta. Serüvenlerimde…

 

              İstanbul’da, bizim ona onunda bize layık olduğu bu kahpe şehirde buluşurduk sıklıkla. Kimi Arnavut, kimi Çengel, kimi Kadı, kimi Yeşil, kimi Bakır, kimi Ata, kimi Eren, kimi Yeni, kimi Mecidiye, kimi Vani, kimi Polonez, kimi Boğaz, kimi Alibey, kimi Küçük, kimi Has, kimi Bahçe ön ismi verilmiş olan ve sonu köy ama kendisi köy olmayan yerlerde ihtilalciler olarak toplanır ve adeta saçmaya kadar tartışır asgari müştereklerde anlaşır ve tekrar kendi evrenimize dönerdik. Maksim Gorki gibi bizim üniversitelerimizde bunlardı bu toplantılar, tartışmalar ve bu eylemler. Ne çok şey öğrendik ve öğrettik birbirimize. Ne yüce gönüllü insanlardı onlar, yoldaşlar. Yarın yanağından gayrı her şeyi paylaşırdık. Haydarpaşa garında inerdim trenden eski Türk filmlerindeki gibi garın kapısından çıkınca önce deniz karşılardı beni. Hep sabahtı. Sabahın serinliği, iyot kokusu, martılar, güvercinler ile köşedeki simitçi. Sıcacık simit alır ve vapura doğru hızlı adımlarla ilerlerdim, buluşacağımız "köy"lerden birine doğru, yahut İstanbul’daki mabedimize giderdim. Feribotla sirkecide iner, tramvaya biner Beyazıt, Laleli ve önce hep çorbacıya uğrardım. Meşhur işkembe çorbasından içerek içimi ısıtırdım. Sonra dostların arası, dostların sofrası. Kartal’da inmiştim bir seferinde denize doğru tek tük insanlarla ilerlemiştim. Hepimiz aynı hedefe yürüyorduk ve hepimizin ortak bir sırrı vardı. Hepimizin istediği emeli aynı emeldi. Daracık sokaklar, kahvehaneler, kadınlar, erkekler. Simit, çay ve hayata akış hep beraber. Alanları doldurup, halaya durmak. Sokağa taşımıştı bir gurup arkadaş tiyatroyu. Hayat ise tiyatro değildi. Onlarda tiyatro yapmıyorlar mevcut durumu eleştiriyorlardı teatral olarak. Haksızsam haksızsın de. Ne yüce gönüllü insanlardı onlar ve oradakiler. Bir seferinde ise Maltepe’de inmiştim. Sabah serindi, öğleye doğru sıcaktı. Kayalıklarda denize bakarak vakit geçirdim, sahilde uzun uzun dolaştım gün boyu. Akşam ilk trenle kaçmıştım kendi evrenime. Taksimdeydim bir defasında. Sanki milyonlardık o anda. Alana akıyorduk. Çatışa çatışa halaya durmuştuk…

 

              Haydarpaşa. Eminönü, Sirkeci, Gülhane, Sultanahmet, Çemberlitaş, Beyazıt, Laleli, Aksaray, Yeni Cami, Mısır çarsısı, Kapalıçarşı, Cağaloğlu, Gülhane, Sultanahmet, Topkapı, Kumkapı. Galata köprüsü, Karaköy, Galata, Tünel, İstiklal Caddesi, İstiklal caddesi, Çiçek pasajında dinlenme ve Taksim, Kazancı yokuşu, Cihangir, Sıraselviler. Şehzadebaşı, Vefa, Fatih. Harem, Kadıköy, Fikirtepe, Çamlıca tepesi. Yenikapı, Koca Mustafa Paşa, Yedikule, Zeytinburnu, Yeşilköy, Florya, Küçük çekmece, Halkalı, Bağcılar, İkitelli, Bayrampaşa. Kumkapı, Kadırga, Ayasofya, Yerebatan, Piyer Loti, Dikilitaş… Asya’dan Avrupa’ya ve Avrupa’dan Asya’ya asma köprüler. Boğaziçi ile Fatih köprüleri. Camiler, Kiliseler, Sinagoglar ve Topkapı sarayı. Trenler, Vapurlar, Tramvaylar, Otobüsler, Dolmuşlar, Tabanvaylar…

 

              Bulvarları, caddeleri ve en önemlisi arka sokaklarıyla İstanbul. Bir zamanlar bir küçük adam dolaştı üzerinde ve doyasıya tepindi, yaşadı. Gizli matbaalarında dizgi yapıp, kağıt, mürekkep kokularını içine çekti. Gazete, dergi, parti, dernek, sendika bürolarını tek tek dolaştı. Çay ocakları, lokaller, birahaneler ve kahvelerinde işçi önderleriyle çay içip ihtilal örgütledi. Duvarlarına koca koca kızıl harflerle yazılar yazdı, afiş astı, üst geçitlerinde pankart sallandırdı. İşkence odalarında, hücrelerinde direndi. Adliye koridorlarında bekledi. Esnaf lokantalarında çorba, kuru fasulye pilav yedi. Berberlerinde saç tıraşı oldu. Eskiyen pabucunu tamir ettirdi. Bit pazarlarını dolaştı. Zapatista’ları selamladı soğuk bir Ocak ayı sabahı. Kimi zaman kuytuluk bina köşelerinde sabahladı. Parasız kaldığında iftar çadırlarında karnını doyurdu. Gizli gizli çöp bidonlarını karıştırdı, pazar yerlerinde atıklarda yiyecek aradı. Bayrampaşa da bir tekstil atölyesinde iş bulup çalıştı. Gidecek yeri yoktu, balya çuvallarını yorgan yastık yapıp sabahladı. İlk haftalığını alınca karnını tıka basa doyurdu. Halbuki nice açlık grevlerinden dolayı açlığa alışkındı. Simdi ayaktakımıydı o da hep haklarını savunduğu ve ihtilale kazandırdığı kadın ve erkekler gibi. "Artık ben de onlar gibi düşünüyordum. Değil miydi 'bir kulübede saraydakinden farklı düşünülür.' Eskiden farkına varmasam da ayak takımını hakir gördüğümün ayırtına vardım. Çünkü şimdi bana da bu zamanlarda sokakta diğer insanlar hakir olarak bakıyordular. Bu aşağılanmayı ta iliklerime kadar hissettim, gururlandım ve gülüp geçtim… İstanbul’da son yemeğim sokakta bir satıcının bisiklet tezgahında buğusu üstünde olan pilav üstü nohut yemek oldu. Tek başınaydım. Ama yalnız değildim. Sonra bir nakliye kamyonunun arkasında kaçak olarak bu kahpe şehri terk ettim… Şimdi burada bu vadide çocuklarım ve hayat arkadaşımla birlikteyim. Birazdan hayat arkadaşımın tatlı sert sesi beni bu içine daldığım geçmiş serüvenimin içinden sıyırıp alacak ve ailecek sevdiğimiz bol tereyağlı peynir eritmesini lokmalarımızla tüketme telaşı içerisinde olacağız. Bu vadide biz bizeyiz. Çünkü biz bir aileyiz."

Bu sitede yayımlanan öykü ve yazıların bütün hakları saklıdır, izinsiz kullanılamaz.  Muhammet Demir ©2016 

  • Facebook
  • Twitter
  • YouTube
  • Pinterest
  • Tumblr Social Icon
  • Instagram
bottom of page