top of page

İşte Hepsi Bu Kadar

 

               “Bir yudum daha bu son. Çünkü artık param yok. Hesap ödenmeli. Ayağa kalkmalı. Lavaboya gidilmeli. Yüze musluktan akan su çarpılmalı. Yola çıkıp eve doğru uzun uzun yürünmeli…”

 

              Daha düne kadar dibe vurmuştum. Ama şimdi tüm sıkıntılar bitti. Yaş kırk bir, otuz beşi geçeli altı yıl oldu. Halbuki otuz beşinci yaşımı bir kentten başka bir kente taşınmakla geçirmiştim. Taşınmak bir anlamda terk etmekti. Bu olaya terk etmek / terk edilmek mecazi ikilemini takmıştım. Yuvadan çıkış, başka bir yuvaya gidişti. Ki o terk edilen yuva yıllarca yuvamız olmuştu. Terk etmek… Bir mekanı terk etmek, bir hayatı terk etmek, yenilmek… Bunun adına yenilmek desem de kastettiğim şey yenilenmek ihtiyacı diyebilirim. Yenilmek mi? Yenilenmek mi? Kararsızım hala. Şairin ömrün yarısı tabirini doğrularcasına girildi o yıla ve o ömrün kalan yarısı altı yılda bitti. Vaftiz olmaktı belki de o yarıyı geçtiğim anlar ve ben belki de şu geçen altı yıl içinde vaftizimi tamamladım. Yenildim demiştim. Sonra yenilenmek demiştim. Yok yok benimkisi yenilmek ya da yenilenmek değildi. Başlı başına yenmekti. Neyi mi yendim. Ölümü elbette. Hem de bir çok kez. Biliyorsun işte. Öyküledim tüm bu süreci. Öykülemek bir terapiydi. Tüm bu süreçte. Çok iyiydim, çok iyimserdim, çok çömezdim, çok masumdum, çok ama o kadar çok çoktum ki. İğrenmedim kendimden, yazgımdan. Ben ben değildim ki aslında. Oh be itiraf ettim sonunda size. Ben koskocaman küçücük bir bireydim. “Zavallı” mı dediniz bana. Hayır hayır asla zavallı olmadım. Acıdınız belki de. Ah vah ettiniz çokça. Eminim buna. Oğlunuz kızınız olur unutursunuz. Unuttunuz işte. Unuttuk işte. Unuttum işte. Bu bir kanun. Oğullarımız ve kızlarımız oldu. Unuttuk her şeyi. Zaman yapmadı bunu. Kendimiz yaptık. Yenilmedik asla. Hem kim kimi yenebilir ki. Dedim ya; çok iyiydim, çok saftım, çok kandırıldım. Çok ama çok zarara uğratıldım. Çok üzüldüm tüm bunlara. Zararım kendime olsaydı elbette bu kadar çok üzülmezdim. Zararım en çok bana oğul ve kız veren kadınıma oldu. Ama çok mesudum ki; bana oğul ve kız veren o kadın, kadınım olmasaydı nasıl başarabilirdim bu kör, dilsiz, sağır, topal olarak girdiğim kavgayı. İkimiz beraber yendik o belayı. Ama başkaca kimse yoktu. Örneğin sen yoktun, o yoktu, öteki yoktu, siz yoktunuz, onlar yoktular, ötekiler ve berikiler yoktu. Ama bunu sizleri incitmek için söylemiyorum. Elbette vardınız. Kendi evreninizde. Elbette sizlerinde kendi sorunlarınız vardı onlarla meşguldünüz. Ara sıra yönünüzü çeviriyordunuz. İyi ki varsın diyordunuz. İyi ki vardım… Heyhat hayat işte. Bize oğul ve kız veren hayat. Becerebildiysem ne mutlu bana. Yaş kırk bir ve neme lazım kırk bir kere maşallah demek lazım. Ama tekrarlıyorum, hep tekrarlayacağım. Her şeyimizi kaybettik. Tüm birikimlerimizi. Tek bir şey kaldı tüm bu süreçte; kendimizi de kaybettiğimizi sandığımız bir anda kendi kendimizi tekrar kazandık. Kabuk değiştirdik, tüy değiştirdik, deri değiştirdik. 'Oğula ve kıza kesmiş bir ülkeye armağan' bizimkisi. İşte hepsi bu kadar.

 

              -- Bir tek sen varsın. Bir tek sen ve çocuklar. Her şeye sıfırdan başlıyoruz. Tıpkı yıllar öncesi olduğu gibi. Bavuluma tüm eşyalarımı sığdırdım. Eşyalarımı ve anılarımı. Bu kolay olmadı elbette. Bu kente bir defa daha elveda etmek, yeniden topraklarıma dönmek, beyaz çeşmede elimi yüzümü yıkamak, kana kana suyundan içmek, eskiden olduğu gibi oğlumuz ve kızımızla birlikte yeniden canlanan derenin kenarına gitmek, suya taş atmak, taşı sektirmeye çalışmak, ayakkabılarımızı ve çoraplarımızı çıkartıp suya dalmak, eğlenmek. Oğul, kız, baba, anne yeniden hayat bulmak.

 

              Bu kente bir defa daha elveda ettim. Yeniden topraklarıma döndüm. Beyaz çeşmede elimi yüzümü yıkadım. Kana kana suyundan içtim. Eskiden olduğu gibi oğlumuz ve kızımızla birlikte yeniden canlanan derenin kenarına gittik. Suya taş attık. Taşı sektirmeye çalıştık. Çocukluğumdaki gibi, çocuklarımızla hep beraber. Ayakkabılarımız ve çoraplarımızı çıkarttık suya daldık. Eğlendik. Oğul, kız, baba, anne. Yeniden hayat bulduk. Şevket Süreyya gibi ben de işte sonunda o suyu buldum. Arayış sona erdi. “Oğlun, kızın olsun hele unutursun” diyordu ya şarkıda. Oğlum, kızım oldu unuttum. Sahi unuttum mu?

 

              - Yuvaya dönmeli. Kucaklaşılmalı. Eş, kız, oğul her zamanki gibi birlikte uyunmalı. Horozlar ötmeli. Sabah olmalı. Kuşlar cıvıldamalı. Güneş vurmalı. Uyanmalı hep beraber yeni bir hayata. Öyle de oldu değil mi? Yuvaya dönüldü. Kucaklaşıldı. Eş, kız, oğul her zamanki gibi birlikte uyundu. Horozlar öttü. Sabah oldu. Kuşlar cıvıldadı. Güneş vurdu. Uyanıldı hep beraber yeni bir hayata. Öyle de oldu. Sonra; Kahvaltı hazırlandı. Asma yapraklarının çatıyı oluşturduğu çardağın altında kuruldu sofra. Hep birlikte güle oynaya kahvaltı yapıldı. Hep beraber o kadar mutluyduk ki. Gördün işte. Uzaktan derenin çağıldayan sesi. Kuş cıvıltıları. Arıların vızıldaması. Yeşillikler içinde. Peynir, tereyağı, zeytin, bal, reçel, pekmez, yumurta, ekmek. Saman sarısı. Bol kahkaha. Bol sohbet. Cıvıl cıvıl. Ateş kırmızısı. Nihayet sonunda başardık işte; “Biz bir aileyiz” sence de öyle değil mi?

Bu sitede yayımlanan öykü ve yazıların bütün hakları saklıdır, izinsiz kullanılamaz.  Muhammet Demir ©2016 

  • Facebook
  • Twitter
  • YouTube
  • Pinterest
  • Tumblr Social Icon
  • Instagram
bottom of page